Bir nefis terazisi olarak kıskanma ya da iftihar…

Abone Ol

Egoizmi, çıkarcılığı, doyumsuzluğu çok daha fazla dile getirdiğimiz bu günler için ciddi nefis terazilerine ihtiyaç var…

Zira “gizlenmiş ego”ların, hissiyatlı gözlerden kaçmadığının çok iyi bilinmesi gerekir…

Çıkarların yönettiği davranışlar, “Sadece çıkarın olana gülümse” anlayışının ürünüdür…

Spinoza, “İnsanların doğaları tutkuları tarafından harekete geçirilme derecelerine göre birbirlerinden ayrılır ve insan tutkuları tarafından harekete geçirildiği oranda değişken ve tutarsızdır” der…

Acaba bugün karşılaştığımız tutarsızlıkların sebebi mantıktan, tutarlılıktan uzak “duygusal” davranışlar mıdır?

Gerçekten de açgözlülük Hume’un dediği gibi, “çetin bir tutku” sanırım…

Oysa bir insanın dünyada tek başına her şey olamayacağını ancak kardeşleriyle paylaştığında buna yetebileceğini görecek kadar cömert bir bakışa erişmesi, bütün tabloyu değiştirmeye yeterlidir…

Tutarlılık, ilkelerle hareket etmenin çok temel bir göstergesidir…

Aynı zamanda “öngörülebilir” olmanın temelinde de tutarlılıklar yatar…

Bugün en fazla ıstırabını yaşadığımız “öngörülemez” olmaların, “dün öyle bugün böyle” oluşların temelinde ilkelerin değil, tutkuların şekillendirdiği anlayışlar vardır…

“Her şey benim için” diyen bir muhterisin yakıp yıktıkları, sadece görünenlerden ibaret değildir…

Oysa “Bir şey eğer kardeşimin ise o zaman bizimdir” diyebilecek bir düşüncenin imar edeceklerini düşünebiliyor muyuz; dünyevi ya da uhrevi?

İşe küçük bir test ile başlamak iyi bir başlangıç olabilir hepimiz için…

“Kardeşimde olana bakışım nedir? Onun sahip oldukları ile iftihar edebiliyor muyum; yoksa içimde ilk beliren şey kıskanma duygusu mu?”          

Çünkü ilk beliren duygu çok anlamlıdır ve doğal olanı yansıtır; sonradan gelenler artık kontrollü ve yönlendirilmiş davranışlara tekabül eder…

Cömertlik, merhamet, vefa ne zaman ilk tepkiye dönüşür, kardeşimizin varlığıyla zenginleştirdiği bir makam bize iftihar verir ya da göğsümüzü kabartırsa işte o zaman yaşam biçimimiz halini almış demektir…

Acaba elimizden gidenlerin sebebi, kardeşimizde olana bakışımız değişmesi ya da elinde olanın kardeşinden esirgemeye başlaması olabilir mi?

“Bende yok kardeşimde de olmasın” dendiğinde, hiçbirimizde olmuyormuş; bunun farkına varabildik mi?

Bu elbette tek taraflı olarak yaşatılabilecek bir dayanışma ruhu değildir; her iki tarafında da iyi niyetli kardeşlere/dostlara ihtiyaç duyar…

Birbirine karşı cömert ama müsrif olmayan kadirşinas yüreklere ihtiyaç duyar…

Müslümanca bakışta önce hüsn-ü zan vardır…

Nefisten önce ruhu konuşturmak da marifet ister; marifet sahibi yiğitlik ister…

Ne mutlu o yiğitlere ve ne yazık onu yitirenlere…