Hiç unutmuyorum ilk mektepte iken hocamız bize Rumca bir tekerleme öğretmişti. O zamanlar hangi anlama geldiğini çok da bilmeden avazımızın çıktığı kadar bağırıp hep bir ağızdan söylerdik…
Camcının kızı, camcının kızı, cam kırılır gibi kalp kırılır mı?
Camcının kızı, camcının kızı, cam takılır gibi kalp takılır mı?
Büyüyünce anladık ki bu tekerleme sadece bir kafiyeden ibaret değilmiş!..
Kırılan kalp cam gibi tekrar takılmazmış…
Vicdanların karardığı hayat denen bu şölende, bazen ceviz kabuğunu bile doldurmayacak meseleler yüzünden en sevdiğimiz insanların bile kalbini kırdığımız oluyor değil mi?
Hem de yapmanın zor, kırmanın kolay olduğu kuralı orta yerde durur iken…
Sahi neden kırar ki bir insan kendi gibi etten kemikten yaratılmış başka bir insanın kalbini?
Sakın “öteki’’ olduğu için olmasın!
Yoksa şan, şöhret, makam mı ona bu gücü veren…
Hâlbuki şuncacık aklı olan bunu yapmaz! Bilir ki insan çok acizdir.
Ve hiç sual etmiyor ki Allahu Teâlâ, güç kuvvet vermese oturamaz, oturduğu yerden kalkamaz. Göremez, işitemez, konuşamaz, yiyip içemez velhasıl basit gibi görünen hiçbir işi yapamaz…
Müslüman olan bunu bilir. Lakin Elhamdülillah Müslümanım demekle öyle hemen gerçek Müslüman olunmuyor. İnsan kendi için sevip arzuladığı şeyleri başkaları için de sevip isterse ise işte o zaman gerçek bir Müslüman olabiliyor…
Deyin hele.! Allah insana bütün kâinatı secde ettirecek kadar değer vermişken biz hangi cüretle onun yarattığı en mükemmel varlığın kalbini kırıyoruz?
Açık konuşayım mı? Yaptığımız şey hiç ama hiç yakışıklı değil…
Hem biliyor muyuz ki düşünmeden pervasızca kırdığımız kalbin Allah katındaki derecesini? Bilmiyoruz, bilemiyoruz değil mi?
İşte belki de sırf bu sebepten dolayı diğer insanlara karşı güzel bir muhabbet beslemeliyiz…
Allah yarattığı her varlığı belirli bir hikmeti üzerine yaratmıştır. Her varlıkta yaratılışı itibari ile bir mana gizlidir. Peki neden o zaman taş kırma makinası gibi çalışıyor, önümüze çıkanı öğütüyoruz?
Elimizde değil bir anda gelişiyor değil mi her şey?
Evde eşimizin çocuklarımızın, iş yerinde mesai arkadaşlarımızın, binada konu komşunun ya da Hale Jale tüm mahallenin sürekli kalbini kırıyoruz…
Kalp kırmak kolay ve biz kolaya kaçmayı çok seviyoruz. Hem neden kendimize zoru seçelim ki değil mi?
Hak etmese yapmazdık!..
Sanırım kendimizi haklı çıkarabilmenin de en kestirme yolu bu olsa gerek.! Hele bir de arkanı dönüp gidebiliyorsan eline sağlık. Cehaletini katmerleyip temelli kurtuldun say bu işten…
Kıymetli dostlar; haklı da olsak gönül yıkmak asla hüner değildir. Bir insanın kendisini kötü hissetmesine neden olan en önemli şey bilesiniz ki kalbinin kırılmasıdır. Kalp kırmak, bir insanın bu dünyada yapabileceği en büyük yanlışlardan bir tanesidir. Ve bunu ancak insan sevgisi, şefkat ve merhametten mahrum olanlar yapabilir.
Allah aşkına gece yatağa uzanıp gözlerimizi kapadığımızda sabaha uyanacağımızın garantisi var mı? Ya da sabah kendi ellerimizle giyinip evden çıktığımız o güzelim elbiseleri, yine tekrar bizim kendi ellerimizle çıkaracağımızın?
Veya en son kırdığımız insanı bir daha görme helalleşme ihtimalimizin…
Anladınız siz onu… “Günümüzün popüler deyimi ile çevrim dışı kalmaktan bahsediyorum.”
Deyin hele nefeslerimizin sayılı olduğu şu yalan dünyada hangi sebep iki damla gözyaşından daha önemlidir. Ve hayat iki damla gözyaşı kadar kısayken…
Demem o ki kıymetli dostlar; insanların hepsi Allah tarafından yaratılmıştır ve bizim de hiçbir insanın kalbini kırmaya hakkımız yoktur. Müminin kalbi Allah’ın (cc) evidir. Allahu Teâlâ’yı en çok inciten şeyin küfürden sonra, kalp kırmak olduğunu zinhar unutmamalıyız.
O vakit köşe yazımızı, bir kez bile gönül yıkan kimsenin kıldığı namazların hayrını göremeyeceğini söyleyen ünlü halk şairimiz Yunus Emre ile sonlandıralım…
Bir kere gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dâhi
Elin yüzün yumaz değil…