Bir Gezinin Anatomisi / 2

Abone Ol

Geçen haftadan alıp önümüzdeki satırlara devrediyorum… (İlk bölüm için tıklayınız)

Önceki yazının sonunda, Almanya’da yaşayan Türkler’in münferit örnekler dışında kültür meselesinde sınıfta kaldığını, onlara asıl ivme kazandıracak olanın ise kültür meselesi olduğunu belirtmiş ve bunun zamanı gelmedi mi diye sormuştum.

Hafta içinde bu cümlelere bazı itirazlar geldi. Ben de bu itirazları dikkate alarak meseleyi açmaya karar verdim. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, hiçbir cümlem bağcıyı dövmekle ilgili değildir. Derdim üzüm yemek. Mümkünse birlikte yemek.                      

Muhacir kültürü diye bir kültür vardır. Buna göçmen de diyebilirdim. Ama demiyorum. Çünkü bizim için göç hicrettir. Bu yüzden göç eden değil, hicret eden vardır. Yine bu yüzden göçmen değil, muhacir vardır. Göç, keyfe keder yapılan bir şey değildir. Keyfe keder yapılana göç değil başka şeyler denir. Tebdil-i mekan denilebilir mesela.(Ki, o da keyfe keder yapılmaz. Fıtri bir ihtiyaçtır) Seyahat denilebilir ya da. Bunları çoğaltmak mümkün ama göç/hicret demek mümkün değildir.

Hicretin inkılab etmekle bir bağı vardır. Ki Ali Şeriati, “ Her hicret bir inkılaptır ” der. Yani göç, dünyayı değiştirmeye yönelik bir harekettir. Tarihi, birçok göç hareketi değiştirmiştir. Çünkü göç, beraberinde yoğun bir enerji taşır. Bir kişi ya da bin kişi fark etmez. Öyle ki, bir kişi bin kişilik bir enerji taşıyabilir göç söz konusu olduğunda. Bu yoğun enerji değişimi zorunlu kılar. Ya siz değişirsiniz, ya da değiştirirsiniz. Doğrusu karşılıklı değişimdir. Özü sabit kılarak değişime açık olanların değişimidir. Bunu yapan çok azdır. Çoklukla değişmemek için direnir insanlar. Özü koruyacağız derken dışa yansıyan ve değişime açık olan, aslında değişse daha iyi olacak yanları da korumaya kalkarlar. Korurlar da. Kırk yılın sonunda ilk günkü gibi kalmayı başarabilirler. Ama bu hicret midir? Bu bir inkılab mıdır?

Hicret nedir?

Giderken götürdüğün güzeli, vardığın yerdeki güzelle buluşturmak değil midir? Efendimiz ve ashabı öyle yapmamış mıdır tarihte. Kolonizatör dervişler öyle yapmamış mıdır?

Anadoludan kalkmış ve tamamen maişet derdiyle Alamanya’lara kadar gitmiş insanlarımızdan bunu beklemek doğru değil elbet. Ya sonraki nesiller? Ya da ilk neslin sonraki evreleri? Ne demek ilk neslin sonraki evreleri? Kaynamak, kaynaşmak demek. Çatışma halini ve ihtimalini bir kenara bırakıp, vardığın yerle hasbihale durmak demek. İlk zamanların acemiliğini geçtikten sonra tutunmak, tutmak ve bir daha bırakmamak demek. Geri dönmek için gelen ama geri dönemeyeceğini anlayarak kalanların arada kalmışlıktan çıkıp, bütün araları birleştirmeleri demek.

Bu zor artık. Belki gerekli bile değil. Ama sonraki nesillerin yapacakları çok önemli. 3. Ve 4. nesilin hicret kültürünü yaşatarak gittikleri yeri vatan edinmeleri çok önemli. Gittikleri yerde sadece katma değer değil, kültürel, sanatsal ve entelektüel değerler üretmeleri çok önemli. Dünya ancak böyle değişir. İnsan ancak böyle değişir.

Yukarıda yazdığım üzere münferit çabalar dışında, Almanya’daki Türkler’in kültürel ve entelektüel bir atılımının olmadığını söylememe itirazlar geldi ve bana denildi ki: “yapılan şeyler sadece münferit değil aynı zamanda kollektif.” Doğrudur. Nihayetinde birkaç günlük bir seyahatti benimki. Her şeyi görmem mümkün değil. Gördüklerimi eksik görmem daha olası. Bu itirazlara rağmen iddiamı yinelemek istiyorum. Söylediklerimin doğru, itirazların yanlış olmasından değil. Söylediklerimin önemine inanmam ve bu önemin yeterince kavranmadığını düşünmemden.

Bu ne demek?

Bildiğiniz üzere, Türkiye’de birkaç senedir “Kültürel iktidar” diye bir mesele var. Osmanlı’nın Batılılaşma hikayesine kadar götüreceğimiz tarihsel arka planı olan mesele, İslam medeniyet tasavvuru ve varlık telakkimiz açısından büyük bir sorun olarak arzı endam etti uzun zamandır. Bu konuya dikkat çeken ve önlemler alınmazsa yaşanılacak kültürel erezyonla nesillerin ve bizi biz yapan değerlerin kaybolacağını söyleyen ehl-i dert kişilere rağmen çözüm üretilemedi ve yaşanılan dekadansla bir çok değer yitme noktasına geldi. Çözümün önündeki en büyük engel, itirazların bir güruha dönüşememesi ve radikal önlemlerle operasyonlar yapılamamasıydı. Görece 200 hatta 300 yıldır yaşanan kültürle ilgili sorun bugüne kadar devam etmiş, 15 yıllık milli-manevi değerleri önemseyen bir iktidara rağmen bu konuda köklü icraatlar yapılamamıştır.

Bana göre temel sebep, meselenin künhüne vakıf olunamamasıdır. Kültür meselesinin, insanoğlunun son dönemeçte maruz kaldığı modern tasavvurda ne kadar önemli olduğunun hala anlaşılamamasıdır. Hepimizin bildiği üzere modern tasavvur, insanoğlunun kadim varlık telakkisine bir meydan okumadır. Bilinenleri ters yüz ederek yeni bir bilinen, zamanla da bilinmeyen bir hakikat anlayışı ortaya koyarak büyük bir meydan okuma gerçekleştirmiş ve eşyayla organik bağımızı kopartmıştır. Bilim ve teknik üzerinden başlamış olan bu meydan okuma, son tahlilde kültür-sanata evrilmiş ve modern tasavvur meydan okumasını bunlar üzerinden yenilemiştir. Bu meydan okuma, hız kesmeden bugün devam etmektedir.- Maalesef biz bunu anlayabilmiş değiliz.-

Anlayamadığımız bu meseleyi konuşamıyor, konuşamadığımız mesele hakkında da esaslı çözümler üretemiyoruz.

Ben bu yazıyla ne yapıyorum derseniz? Bu meseleyi Almanya’ya, orada yaşayan Türklerin gündemine taşımaya çalışıyorum. Muhatap bulacak mıyım? Sanmıyorum. Ama denemeye değer. Çünkü her zaman denemeye değmiştir.

Biz dahi burada bu meseleyi anlayamamışken, Almanya’daki kardeşlerimizin bu meseleyi anlayarak köklü çözüm üretmelerini beklemek abes olur(Anlamış ve çözüm üretmiş olan varda ben bilmiyorsam özür dilerim). Hele de karşı karşıya kaldıkları saldırının bizimkine kıyasla ne kadar şiddetli olduğunu göz önünde bulundurursak. Fakat şöyle bir kural var. Saldırının şiddeti savunmanızı güçlü kılar.(olmasa da ben uydurdum) Yani düşmanın gücü sizi uyanık, saldırma biçimleri de tetikte tutar. Siz düşmana göre silahlanırsınız çünkü.(“Düşmanın silahına göre silahlanın” Hz. Muhammed s.a.s)

Hem saldırının şiddeti hem de saldırma biçimi Almanya’daki Türklerin geliştirmeleri gereken savunma biçimini ve savunarak saldırma tarzını belirlemelidir. Savunarak saldırma diyorum, çünkü biz hem saldırıyı bertaraf ederek savunma yapmak zorundayız, hem de kadim değerlerimizi savunarak naif bir fetih gerçekleştirmeliyiz. Zira, İslam’ın yayılıp neşvü nema bulması, kadim değerlerin, içinde bulunulan şartlar dikkate alınarak organik bir şekilde savunulmasıyla gerçekleşmiştir. İçinde bulunulan şartlar dikkate almadan yapılan her savunma ve geliştirilen her çözüm sunidir, köklü sonuçlar getirmeyecektir.

Benim iddiam, münferit ya da kollektif yapılan kültürel hamlelerin meselenin derinine inmek ve oradan hakikati devşirmekten uzak olduğu yönünde. Batı’nın modern paradigmayla gerçekleştirdiği saldırının, tüm gücü ve etkinliğiyle devam ederken bizim bunu ıskaladığımız yönünde. Ki bu saldırı, sadece bize değil, Batı’nın kendisinedir de. Batı da kendini kaybetmektedir. Almanya özelinden konuşursak, mekanik ve yüzeysel iyileşmeler dışında Almanlar da kadim insani değerlerini yitirmiş durumda. Ürettikleri tasavvur önce kendilerini vurdu. Önce kafalarına sıktılar sonra bütün dünyaya. Şarjörleri hala dolu. Çünkü insanın hikayesi bitmiş değil.

Tam da bu noktada kaçınılmaz olandan kaçmamalı. Bana göre, Almanya’daki Türklerin kültürel, entelektüel ve sanatsal olarak gelişmelerine, kendilerinden çok Almanların ihtiyacı var. Meydan okumaları devam etse de, çok yara aldı ve zayıfladı modern tasavvur. Almanların(Tüm dünyanın) yeni bir tasavvura, bir telakkiye ihtiyaçları var. Ve bu telakki kesinlikle İslam’ın kozmolojik idrak anlayışından çıkacak. Ve bu anlayış, dışardan ithal edilerek değil, içerden iskan edilerek gerçekleşecek. Fiziki iskan gerçekleşmiş durumda. Sırada zihni, kalbi, irfani iskan var. Bunun için imkanlar had safhada. Görmek, karar vermek ve adanmak sonrası ortaya çıkacak şenliği izlemek işten bile değil. Yeter ki bununla dertlenelim. Fert fert ayrı, kitle kitle ayrı. Topyekün bir dertlenmeyle kendimizi bulduğumuz anda ortaya çıkacaklar dünyayı sarsacak nitelikte.

Bu seyahatte bunun potansiyelini gördüm. Neler olabilecekken nelerin olmadığını. Geçmişte mümkün değildi belki ama artık mümkün. Almanya başta olmak üzere bütün Avrupa’nın fethi mümkün. Bunun gerçekleşmesinde kapitalin etkisi büyük ama hiçbir şeyin etkisi, bilgi kadar, kültür ve sanat kadar büyük değil. Benden söylemesi..

Baki selamlar..