Gündem

Bir FETÖ hikâyesi

Abone Ol

RECEP ARDOĞAN / FİKRİYAT

Kimi hikâyeler, yaşadığımız olayların âdeta analizi gibidir. Bazen hikâye, insanların dünya görüşünü şekillendirecek kadar önem kazanabilir. Örneğin, marksizmin, liberalizmin kendini bir hikâyeyle temellendirdiği görülür. Bunlardan biri komünal toplum hikayesi anlatırken diğeri doğa durumu ve toplum sözleşmesinden bahseder.

Bazı hikâyeler de insanı ve hayatı anlamaya yönelik mesajlar yüklüdür. Bazen bir hayat tecrübesi bazen de siyasi bilgelik olarak karşımıza çıkar. Bu hikâyeleri dinlemek ve siyasete o hikâyenin kahramanlarını arayarak bakmak gerekir. Aşağıdaki hikâye de millet olarak bugünlerde geçmekte olduğumuz büyük badirenin arka planına ışık tutar niteliktedir.

“Kümeste birçok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.

Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar.

Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan ve irileşen genç horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor. Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor, kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor.

Nihayet bir gece tilki, kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar, genç ve güçlü horozun öncülüğünde, dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor.

Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.

İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir.

Peki;

-Kümes neresi?

-Yaşlı horozlar kimler?

-Genç horoz kim, şu anda neler yapıyor?

-En önemlisi tilki kim?” )

Bunlar, uluslararası siyasette cevabını arayan sorular. Ancak millet olarak bügünlerde yaşadıklarımız, şahit ve haberdar olduklarımız, bu soruların cevabını bulmayı da kolaylaştırmıştır.

Bu hikâyenin, ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatıldığı söylenmektedir. İşte bu, FETÖ’nün ABD ile ilişkisini açıklamaktadır. FETÖ uluslararası arenada belli mahfillere kanca atmaya çalışırken, dış güç merkezlerinin çekimine kapıldı. Bir anaforun içine girdi. Üst akıl da kendisi değildi. Kendi amacı ne olursa olsun, başkasının planının ortasına düştü. Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu ve İslam dünyası üzerinde malum emelleri olan gizli mihrakların çizdiği planı, bu örgüt, kendi amacına ulaşacağı zannıyla sahiplendi.

FETÖ’nün ABD ile ilişkisinde, büyük bir gaflet var. Nihayeti ihanete dönüşen bir gaflet… Bu ihaneti deşifre etmek için şu soruları yöneltebiliriz:

-İslam düşmanları, ABD’nin siyaseti ve derin devleti içinde büyük etkiye sahip Yahudiler, neden Müslüman olduğunu söyleyen bir grubun önünü açsın? Kendi ülkelerinde, sömürgeleri altındaki topraklarda, onların çeşitli okullar açmalarına niçin izin versin?

FETÖ, Hillary Clinton’ın seçim kampanyasına yüklü miktarda bağışta bulunarak, bundan bir ikbal elde etmeyi hesaplarken, acaba bu bağışı kabul edenlerin başka bir hesabı olmaz mı?

Daha açıkcası, İslam ve Müslüman aleyhtarı propagandayı beyin yıkama noktasına vardıranlar, Müslüman kimliğiyle bilinen bir grubu neden kabul etsin?

Bereket versin, hikâyenin sonu ABD’nin istediği gibi olmadı; Rabb’imizin inayeti sayesinde olmayacak da… Ülkemizde, din adına yola çıkan ama zaman içinde kripto bir örgüt hâline gelen bu grup, CIA’nın altın tepside sunduğu yeme aldandı. Ama Anadolu irfanı, bu aldanmışlara ülkeyi teslim etmedi.

Son iki üç yılda yaşananlar, gerçekte ibret alınması gereken hadiselerdir. Özellikle de Allah yolunda, vatan ve millet uğruna çalışmak, ümmete hizmet etmek için ortaya çıkan cemaatlerin ders çıkarması gereken hadiselerdir. Aksi hâlde bu yaşananalar, başka cemaatler tarafından şu ya da bu zamanda tekrar sahneye konacaktır.

Burada, aşağıdaki hususlara özellikle dikkat etmek gerekmektedir:

-Cemaatler, asla “gaye vasıtayı meşru kılar” yaklaşımıyla hareket etmemelidir. Meşru olmayan kimselerle meşru olmayan ilişkiler kurmamalıdır. Gaye meşru olduğu kadar hareket tarzının da meşru olması gerekir.

-Cemaatler, İslam’a hizmet adına, başka Müslümanları ötekileştirmemeli, onları küfr ve şirkle itham etmeyi bir savaş aracına dönüştürmemelidir. Bir yandan “Bu kadına haddini bildirin!” diyene şefaat ederken, öte yandan samimi Müslümanları nemrutlaştıran bir şuursuzluk içine düşmemelidir. “Ehlü’s-sünne ve’l-cemaat”i yalnızca kendilerinden ibaret görmemeli; Müslümanları dışlayıcı bir kavrama dönüştürmemelidir. “Cemaaet ehli olma”nın, birliğe ve birleştiriciliğe işaret ettiğinin şuurunu taşımalıdır. “Ehlü’s-sünne ve’l-cemaat”teki ‘cemaat’in, tüm ümmet-i Muhammed olduğunu unutmamalıdır. Bu cemaati, kendi yaşam alanını oluşturan dar bir gruptan ibaret saymamalı; bu grubun çıkarını ümmetin maslahatının üstünde görmemelidir.

-Grup kimliklerinin Müslüman kimliğinden sonra geldiğinin, bir Müslüman için Müslümanlığın en üst kimlik olduğunun bilincinde olmalıdır.

-Müslümanlar, asla bu dünyada elde ettiği maddi gücü; insan sayısını; iktisadî gücünü, medya içindeki ağırlığını, toplum içinde söz sahibi oluşunu, yolunun hak olduğunun delili olarak görmemelidir. Ülkemizde son yaşananlar, insan sayısının, bu insanların önemli mevkilerde kadrolaşmasının, çeşitli platformlarda nüfuz sahibi olmasının, hak yolda olmayı da Allah’ın inayetini de garantilemediğini ortaya koymaktadır. “Güç zehirlenmesi” cemaatler için de söz konusudur ve hatta daha büyük tehlikedir. Öyleki bu, sırat-ı müstakimden ayrılmanın, zulmün ve ihanetin eşiği olabilir.

Maalesef, bugün için bazı cemaatler arasında, güç elde etme ve alan kazanma savaşı var. Neden? Bir grubun diğer gruba haset etmesi, hasetin sataşmalara dönüşmesi, acaba Allah’ın rızası için midir, yoksa dünyalık için midir? Daha açık bir ifadeyle, diğer Müslümanlarla güç yarışına girmek, onların somut güç, kadro ve alanını istila etmek, ne derece Allah rızası için olabilir?

-Müslümanların, asla Allah’ın rızasından daha büyük emelleri olamaz, olmamalıdır. Kimse, Allah’ın rızasına aykırı yollara başvurarak İslam’a hizmet etme ütopyası içine girmemelidir. Ahirette, insanlar Allah’ın huzuruna ferd olarak çıkacaktır:

Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi fert fert bize geldiniz…” (En’am 6/94; Ayrıca bk. İsra 17/13-14.)

“Onun (ahirette sahip olacağını) söylediği şeylere biz varis olacağız ve o bize tek başına gelecek.” (Meryem 19/80.)

Kıyamet günü onların her biri Allah’ın huzuruna tek başına çıkacaktır. (Meryem 19/95.)

İnsan, kendi inanç ve davranışlarından birey olarak bizzat sorgulanacak; O’nun, Allah’ın rızasına uygun işler yapıp yapmadığına bakılacaktır. Dolayısıyla, bir grubun da Allah’ın rızasına aykırı biçimde bir hareket tarzıyla; kendinden olmayanlara veya kendine yakın durmayanlara iftira, tuzak ve zulme başvurarak âleme nizam verme gibi bir emeli olmamalıdır.

-Müslümanlar, aklını iyi kullanmalı; çağın bilgi ve fikir birikimini değerlendirerek doğru planlama yapmalı, azim ve tevekkül ile çalışmalıdır. Ancak, aklına, asla imanından fazla güvenmemelidir. Düşmanlarını salt aklıyla alt edebileceğini düşünmek, İslam’a hizmeti akıl oyunlarına dönüştürmek yerine Allah’ın yardımına layık olmaya çalışmalıdır.

Son olarak insanı insan yapan şeyin ilkeler olduğunu belirtelim. Müslümanları diğer insanlardan ayrıran da yine ilkelerdir. Hiçbir grup, İslam’ın cihan şümul ilkelerini, kendi akıl oyunlarına asla kurban etmemelidir. Yoksa iş, sonunda bir tilki hikâyesine döner.

Allah bizi, bize ait olmayan üst akıldan muhafaza eylesin…

Allah, Furkan versin ve bize yollarını açsın…