Bir duygusuzluk hali: Nagazaki sendromu…

Abone Ol

Suçlu olan insanın, suçlayacağı başka bir “güç” kalmamıştır.

Kötülüğün tarihi, insanın en acımasız yanlarına şahit olmadı mı?

Ve uzayan şiddet halleri Joseph Roth’un, “duyarsızlaştırıcı alışma” dediği durumu ortaya çıkarmadı mı?

O; “Acil durum süresi uzatılırsa, yardım elleri ceplere geri sokulur, merhamet ateşleri sönmeye başlar.” diyordu zira.

Öyle değil mi gerçekten de?

Acının on yıllardır sürdüğü yerlere karşı dünyanın tavrı tam da bu değil mi?

Hamit Bozarslan’ın; “Orta Doğu bir şiddet tarihi” tespiti kadar acı olan başka bir tespiti de Enzo Traverso 20. yüzyıl Avrupası için yapıyor ve “bir şiddet laboratuvarı” diyordu.

Bu laboratuvarın kapatıldığını veya çalışmalarını durdurduğunu gösteren hiçbir delil bulunmadığını da Zygmunt Bauman söylüyor.

Günther Anders, “Nagazaki sendromu” kavramıyla, devam eden şiddetin, zalimi de duyarsızlaştırdığını öne sürdü.

O şöyle diyordu; “Bir kere yapılmış bir şey, her seferinde daha az çekinceyle tekrar tekrar yapılabilir; [hem de] her seferinde öncekinden daha da duygusuzca, rahatça, daha az düşünce ve gerekçeyle… Onu engellemek için yapılan savaşı kazanma şansı azaldıkça ve kaybetme ihtimali arttıkça, haddi aşmanın tekrarlanması yalnızca mümkün değil, [artık] olasıdır.”

Evet, ABD’nin Japonya’ya atom bombası yağdırmasının en çarpıcı tanımı işte bu duygusuzluk haliydi.

Sadece canavarlar canavarlık yapsaydı, işi çözmek çok daha umut verici olabilirdi.

Ne yazık ki düşünen varlık olarak insan, çok daha organize bir akılla ve soğukkanlı olarak vahşet üretiyor.

Ve insanın en savunmasız olduğu şey de yine kendisinin “ortaklaşa olarak üretebildiği hastalıklı davranma” potansiyelidir.

İnsan, güya ilahi olandan geri aldığını iddia ettiği özgürlüğünü -Aydınlanmacıları kastediyorum- yine insan olana kaptırmış görünüyor.

Yani artık insanın en büyük tehdit kaynağı, yine insandır.

Bütün kötülüklerini, zayıflığını örtmek için yapan insan, manevi korunaklarından bağlarını çözdükçe daha fazla zulüm üretmeye aday görünüyor.

Üstelik hiçbir güç gerektirmeyen bir tuşa basma hareketiyle bunu yapıyor; dişlerini bile gıcırdatmadan.

Bu bir “kültür trajedisi”nin sonucu olsa da tuş, tuştur çünkü.

İster dondurma makinasının ister mutfak robotunun tuşu olsun isterse atom bombasının.

Yine Andres’in çok acı ama olmayacağının garantisi olmayan cümlesiyle son verelim satırlara:
“Kıyameti getirecek el hareketinin, diğer el hareketlerinden hiçbir farkı olmayacak ve tıpkı diğer el hareketleri gibi, rutinle yönetilen ve rutinden bıkmış bir el hareketiyle yapılacak.”

İnsanın ilâhî olandan kaçışı, merhametliden merhametsize doğrudur.

Tekrar yönümüzü bulmak temennisiyle…