Bilim insanı yetiştirmenin yeni yollarını bulmalıyız (I)

Abone Ol

Bilim insanı yetiştirme bir mesleki formasyonu ve bir olgunlaşma/pişme sürecini gerektirir. Akademisyenden, yüksek lisans aşamasından meslekteki her yükselmesinde belirli sayı ve kalitede yayın yapmasının beklenmesi mesleki yeterliliğinin gelişmesi kadar tecrübe artışı, bilgi birikimi ve yılların getirdiği hayat tecrübesinin terakümü ile ilişkilidir. İstisnai düşünceler dışında sürecin adım adım işletilmesi, gerçek bir bilim insanının yetişmesi için “olmazsa olmaz” niteliktedir.

Türkiye’de üniversitelerin üretimini olumsuz etkileyen, onların bir kısmının vasat bir lise veya üniversiteye hazırlık dershanesi seviyesine inmesi meselesine veya istihdamı geciktirecek standart mekanlardan öteye geçememesi konusu üzerinde cidden kafa yorulması gerekiyor.

İyi üniversiteler binalardan çok, kaliteli akademisyenlerle tebarüz ederler. Perkiyi iyi akademisyen yetiştirebiliyor muyuz? Yetiştiremiyorsak hangi ön şartları ıskalıyoruz? Bu konulara beraberce bakalım: 

Alan seçimi: Genç akademisyen adayının sevmeyeceği ve dolayısıyla başarılı ve üretken olamayacağı bir alana girmemesi ve yönlendirilmemesi gerekir. Alanın gerektirdiği özel yetenek ve yeterlilikler varsa bunlar dikkate alınmalıdır. Estetik ve çizim yönü zayıf olan birisinin mimarlık sahasında akademisyenliği; hafıza ve muhakemesi zayıf bir kişinin hukuk alanında akademisyen olmaması gerektiği gibi…

Girişte rekabet

Girişte sağlıklı bir rekabetin sağlanması mutlak ve öncelikli şart. Başvuran adaylardan en başarılı olanların mesleğe girişleri bütün mesleklerde olduğu gibi akademisyenlik için de ön şart olarak düşünülmelidir. Hatır, gönül, ideolojik tercihlerle değil, liyakate göre seçim yapılması başarılı ve ülkeye değer katacak gençlerin yetişmesi için gereklidir.

Akademisyenliğe girişte ve devamında Sistemin mesleğe girişte liyakat, devamda ise üretimde liyakatve yeterlilik üzerine kurulması ve ölçümleme gerekir. Bu rekabeti oluşturmak ve sürekliliğini sağlamak için akademisyen sayısının kaliteli ve yeterli olması gerekir. Güney Kore’de Türkiye’nin altı katı kadar; ABD’de ise hem de dünyanın her bölgesinden gelen otuz katı kadar akademisyen görev yapıyor.

Çalışma ortamı: Üretebilen iyi bir akademisyenin yetişmesi, akademik çevre şartlarıyla yakından ilişkilidir.

Genç akademisyenin alacağı ciddi bir üniversite eğitimi sonrasında, yüksek lisans ve doktora aşamasında atacağı ileri adımlarla mesleki kariyerinin temelini atmış olur. Aslında bu süreç başından sonuna kadar, önemli ve ihmale gelmeyecek, ciddiye alınması gereken bir alt yapı aşamasıdır. İlerleyen zamanlarda, doçentlik ve profesörlük süreçlerinde adayın yakalayabileceği farklılıklar, perspektif ve yenilikler söz konusu altyapı aşamalarından tamamen bağımsız değildir.

Bu sebeple bu aşamada temelin sağlam atılması önem arz ediyor. Hiç şüphesiz herhangi bir meslekte olduğu gibi akademisyenin de iyi bir ilk, orta ve üniversite eğitiminden geçmiş olması beklenir. Bununla birlikte, yetersiz ve zor şartlar altında eğitim almalarına rağmen asistanlıklarından başlayarak yüksek bir performans ve gayretle mesleğinde zirveye çıkmış akademisyenler hiç de az değildir. Bu sebeple, akademik yola girecek gençlerin en kötü ihtimalle üniversite yıllarında bu işe karar vererek buna uygun bir altyapı eksikliklerini tamamlama sürecine girmeleri faydalı olur.

Yüksek lisans ve doktora aşamasındaki bu yolla kendini daha iyi yetiştirme fırsatını kaçıran akademisyenin belirli bir mesleki ve konum ulaşıldıktan sonra meslekteki kıdemli hocalardan yararlanma fırsatı eskisi gibi olmaz. Bu sebeple, demiri tavındayken dövmek gerekir.

Yine buna bağlı olarak yüksek lisans ve doktora aşamaları biran önce aşılıp bitirilmesi gereken formalite/alel usul aşamalar değildir. Bu aşamalar, hakkıyla geçilmeli, içine alın teri katılmalı, intihalden kaçınılmalı ve orijinali üretmeye yönelmelidir.

Gelişme ortamı: Mesleğin başındakiler için üniversite ortamı, her fırsatta yeni bilgi ve tecrübelerin dinlenilip öğrenildiği bir ortam sağlamalıdır. Yenilerin gelişmesine fırsat verecek entelektüel tartışma ortamları, genç meslektaşların talepleri ve takipleriyle kurulabilir. Bu temaslarda özellikle “tecrübi bilgi”nin ve gözlemlerin aktarılması oldukça değerlidir.

Mesleğin özellikle ilk yıllarında akademisyen adayının alanındaki teorik tartışmaları öğrenmesi; en az bir yabancı dili dünyadan alanındaki literatürünü takip edecek seviyede öğrenmesi bilgiye ve yeterli oluşa dayalı içi dolu bir özgüven için gereklidir. Bunu tek başına başarması her zaman mümkün olmayabilir.

Akademisyenliğin yine birçok meslekte olduğu gibi bir usta-çırak ilişkisi olduğunu vurgulamak gerekir. Tek başına ilerlemek mümkündür, ancak başkalarının tecrübelerini hiçe sayarak daha önce yürünmüş yolları başını gözünü yara yara yürümek, öncekileri dikkate almamak açık bir kibir ve ahmaklık emaresidir.

Bilgi, görgü, akademik nezaket, mesleki tecrübe ve o alandaki akademik çevreye giriş bakımından genç akademisyenlere sevip güvendikleri öğretim üyelerinin yakınlarında olmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.

Bilim insanı yetiştirmenin ön şartlarına gelecek yazıda devam edeceğiz…