Beyaz taşlar arasında bir adam

Abone Ol

Ağaçların arasında beyaz taşlar… Bir adam görüyorum. Beyaz taşların arasında ağaçlar… Bir adam orada, görüyorum…

Bir avuç toprak… Yemyeşil çimenler arasında ve altında… Bir adam görüyorum, bir avuç toprak ve yeşil aslında…

Uzaktan izliyorum. Seyirci kalmak mı bu, bilemiyorum. Beyaz gömleği, lacivert pantolonu ile tam bir Erzurumlu… Omzuna elimi uzatıp sıkmak istiyorum.

Sıkılıyorum…

İçten içe sayıklıyorum…

Ayıklıyorum kelimeleri, elemeye çalışıyorum, ne desem bilemiyorum. İlginçtir, hiçbir şey diyemiyorum. Sarılmak yetiyor bazen. Göz göze gelmek, hafif mahcup bir tebessüm…

Tecessüm eden acının gözlerde yaşaması… Özlerde yaşarması… Ve yaşatması hayatı bir şekilde…

Azalmak, her zaman azlık değil. Bazen azaltabildikçe çoğaltıyoruz. Acıyı misal… Yok saymak mümkün değil. Görmezden gelmek de yanlış. Hakkıyla yaşamak lazım. Ve acının hukukunun bir parçası olarak paylaşmak lazım.

Geçtiğimiz gün paylaşmak için çıktık yola. Bir dostun acısını… Beyaz taşlar arasında uzaktan izleyebildiğim, omzuna dokunamadığım adam…

Bir avuç toprağın altına sevincini gömen adam…

Böyle durumlarda aklıma hep Hz Peygamber gelir. Yedi evladının altısını elleriyle toprağa veren Rehberimiz… Mevla, o kadar çok severken aldı evlatlarını… “Demek ki, Allah daha çok sevmiş” derler. Kim bilir…

Büyük imtihan… Sevgisini toprağa gömen adamın sınavı…

Esasında toprağa gömülen her şey berekete vesile olur. Hatırı vardır toprağın…

Geldiğimiz ve gideceğimiz yatağımız… Doğduğumuz ve öleceğimiz zamanımız… Durduğumuz ve döneceğimiz yolumuz… Bildiğimiz ve soracağımız hayatımız… Düştüğümüz ve kurtulacağımız tuzağımız… Kalktığımız ve koşacağımız uzağımız… Yaşadığımız ve yaşayacağımız pişmanlığımız… Tutunduğumuz ve tutuşturduğumuz imanımız… Suyumuz, uykumuz, ufkumuz, uzvumuz, ruhumuz, rüyamız, hülyamız, hayâmız, hatamız, hamımız, hepimiz, yerimiz, yurdumuz, dördümüz, beşimiz, başımız, aşımız, yaşımız, arşımız, andımız, arzımız, tarzımız, tuzumuz, tadımız, adımız, adımız, adımız, ahdimiz, cehdimiz, ceddimiz, ciddimiz, cildimiz, dilimiz, dirimiz, derimiz, derdimiz, eşimiz, neşemiz, kendimiz ve Ersin’imiz ve Ecrin’imiz…

Kendimizi verebildiğimiz başkamız… Toprağın alması ve toprağa verilmesi gibi beyaz taşlar arasında gördüğüm adamın toprağına ve yaprağına duadayız…

Evlat, istisnasız her insanın olgunluk aşısıdır. Bir defa var olması, hep olacağı manasına gelir. Bazen, erkenden müsaade ister. Gider. Bekleyeceği yere kadar. Anne ve babasının elini tutup sonsuzluğa adım atacakları kapının girişinde bekler. Okul çantasıyla, bitirmediği son yemeğiyle, yarım bıraktığı oyunuyla, aklından tuttuğu sayıyla, ilk öğrendiği duayla, dedesinin elini öpüşüyle, saçını ninesine taratışıyla, şımarık sırıtışıyla, ilk gülüşü ve ara vermeden önceki son gülüşüyle bekler evlat…

Ersin Çelik kardeşim, meleği Ecrin’i, kendilerini beklemek üzere çıkacağı yolculukta servise bindirdi. Güvenle gitmekte Ecrin’imiz… Ve yanımızda güvende Ersin’imiz…

Uzaktan izlemiyorum… Yakından hissediyorum…

Ağaçların arasında beyaz taşlar… Beyaz taşların omzunda bir adam… Bir avuç toprak, yemyeşil çimenler ve bir durak…