Bugün son yüzyılın en büyük Türk musikisi ustalarından Hanende-Sazende-Bestekâr Bekir Sıdkı Sezgin’in vefatının seneidevriyesi.
1936 yılında musikişinas bir ailede dünyaya gelen Sezgin’in daha küçük yaşlarda musiki ile hemhâl olduğunu görüyoruz. Babası Hâfız Hüseyin Efendi Türk musikisinde yetkin bir isim, annesi Feride Hanım ise ut çalan bir musikişinastır. Henüz üç yaşında olan Bekir Sıdkı her akşam babasının elinden tutarak mahalle kahvehanesine gider ve orada bulunan gramofonun başında saatlerce plakları dinlermiş. Çocuğunun bu durumunu gören babası Hâfız Hüseyin Efendi ilk musiki eğitimini kendisi vermeye başlamıştır.
Kendi deyimiyle “Bir besmele ve sübhaneke” ile başlayan bu yolculuk; hafızlık, hanendelik, sazendelik, hocalık, bestekârlık gibi daha birçok vasıflarla hayatının sonuna kadar devam etmiştir. Kendisi gibi musikimizin önemli icracılarından olan oğlu Hüseyin Kudsi Sezgin, babasını “Bütün ömrünü Türk-İslam kültürüne vakfetmiş bir vakıf; gerçek sanatımızı toplumumuza ulaştırma hususunda cansiperane mücadele vermiş bir medeniyet mücahidi” olarak tavsif eder.
Henüz üç buçuk yaşında babasından dinî musiki eğitimine başlayan Bekir Sıdkı Sezgin, Kur’an’ı hatmettiğinde ise beş yaşına henüz girmiştir. Bir yandan da ut çalan annesi ile din dışı musiki eserleri çalışmaktadır. Çocukluğunu yaşayamadan kendisini yoğun bir eğitimin içinde bulan Sezgin, yedi yaşına geldiğinde yetkin ve mahir bir musikişinastır. 1943 yılında ilkokula başlayan Sezgin kendi ifadesiyle “En az altı makamda dinî ve ladinî olmak üzere birçok eser icra ediyor; bu makamları karakteristik vasıfları ile pratik olarak tanıyor ve duyduğu zaman isimlendirebiliyordu.” Babasının musikiye vukufiyeti ve geniş ufku Sezgin’in hayatında belirleyici olmuştur. Onun mükemmeliyetçi, titiz ve en güzele ulaşma noktasında gösterdiği gayret de babasından izler taşımaktadır.
Sezgin babasından şöyle bahseder: “Sebeb-i hayatım olan babam musikiyi nereden, nasıl öğrendiğim mevzusunda bir dev gibi karşımdadır. Artık başka kapı aramaya lüzum var mıdır? Kendimden, uzun boylu bahsetmek zait olacaktır. Ne aldı isem ne öğrendiysem hepsini babamdan alıp öğrendim. Benim en büyük hocam odur.” O yaşlarda Hafız Fahri’den Tevhid bahrini, Hafız Mecid’den Veladet bahrini, Beşiktaşlı Hafız Mahmud’dan Miraç bahrini meşk eden Bekir Sıdkı beş makamdaki İstanbul ezanlarını ise Laleli Camisi başmüezzini Hafız Numan Efendi’den talim etmiştir. Bunun yanı sıra Sezgin’in hayatında Hafız Hasan Akkuş, Hafız Ahmet Rasim Efendi, Kavalalı Hafız Ahmet Efendi, Hafız İdris Efendi, Hafız Saadettin Efendi gibi isimlerin de ayrı bir yeri vardır. Zira tecvid, meharic-i huruf, tertil-i Kur’an, ilahi, tevşih, şuğul, durak, ezan, sela gibi dini musiki formlarda da bu isimler Sezgin’in hayatında yeni kapılar açmıştır.
Yine babasının teşvikleri ile konservatuvar imtihanına giren Bekir Sıdkı Sezgin birincilikle sınavı kazanmıştır. 1959 yılında İzmir Radyosu sınavlarında başarılı olunca TRT’ye girmiş, devam eden yıllarda Yavuz Sultan Selim’in “Sanma şahım herkesi sen sadıkâne yâr olur” isimli eserini şehnaz makamında bestelemiştir. İlk bant kaydı da olan bu eser, onun ilk bestesi olarak kayıtlara geçmiştir. Bu tarihten itibaren vefatına kadar Mevlevî âyini, tevşîh, durak, sela, şuğul, ilâhi, na‘t, münâcât, peşrev, saz semâisi, kâr-ı nâtık, kârçe, beste, ağır semâi, yürük semâi, şarkı formlarında 100’e yakın eser bestelemiştir. 1975 yılında Türkiye’de ilk defa açılacak İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarına davet edilmiş ve aynı yıl repertuvar ve üslup hocalığına başlamıştır.
"Mûsiki bir nimettir, hüsn-i isti'mâl gerektir" diyen Sezgin’in 1976-77 yıllarında halka açık verdiği iki konser tüm kesimlerin hayranlığını kazanmasına vesile olmuştur. Sezgin, musikinin sadece teknik bilgiyle ya da kitaplardan değil; meşk yoluyla, yani iyi bir ağızdan (fem-i muhsin) usta-çırak ilişkisiyle dinleyerek ve izleyerek öğrenilebileceğini ifade etmiş ve hayatı boyunca bu anlayışı savunmuştur. Aruz veznini iyi bilmesi, kafa ve göğüs seslerini kullanarak ortaya koyduğu ses hâkimiyeti, geniş repertuvar bilgisi ile yumuşak üslubu, Sezgin’in kusursuz icrasındaki unsurlardır. Eserlerini okurken âdeta yaşadığı boyutun daha ötesine geçerek oralardan birtakım sesleri hissettiğini söyler, küçük yaşta aldığı dinî musiki eğitiminin onun icracılıktaki en önemli alt yapısını oluşturduğunu hemen her fırsatta vurgulardı.
Türk musikisinin hem icra hem de ruh olarak yeni nesle aktarılmasında köprü vazifesi gören Sezgin’in gayretleriyle 1981 yılından itibaren 22 sayı yayımlanan Kök dergisi de kültür ve sanat alanındaki büyük bir boşluğu doldurmuştur. Erken denilebilecek bir tarihte (10 Eylül 1996) aramızdan ayrılan Sezgin, maksadına uygun olarak icra edilen musikiyi “Hak’tan ihsan edilmiş olup sahibi ve koruyucusu da O’dur” diye tanımlamıştır. Musikişinas olmak için “Dinini iyi bileceksin. Edebiyat onun ayrılmaz bir parçası, onu öğreneceksin. Nefsini terbiye edeceksin. Tasavvufu yaşayacaksın. Hepsi bir araya gelecek, ondan sonra kâmil bir musiki ortaya çıkacak.” diyen Bekir Sıdkı Bey, bu dünyadan hoş bir seda bırakarak ayrıldı. Ömrünü musikiyi terennüm ettiği gibi tevhit ekseninde yaşayan Sezgin’in hayatı “Musikiye Vakfedilmiş Bir Ömür: Bekir Sıdkı Sezgin” ismiyle kitaplaşmıştır. Mahdumu (oğlu) Hüseyin Kudsi Sezgin ile Ahmet Sadık Hıdır, Yasin Eker imzasını taşıyan eser, musikimizin son yüzyılına damgasını vuran ve tesirini hâlâ devam ettiren Sezgin’e dair nice güzelliği tanımak isteyenler için başvuru kaynağıdır.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.