Final ve alkış… Salon ışıkları açılır. Çoğu zaman oyun çıkışlarında kalabalığın arasına karışır, biraz geriden gidip insanların kısık sesle yaptıkları yorumlara kulak kabartırım. Yine bir oyun izlemiş, salonu terk ederken, iki hanımın kendi arasında yaptığı konuşma dikkatimi çekti:
-Bildiğin kumaş çekmiş arkaya dekor diye!
-Bunları nasıl karşımıza tiyatro oyunu diye koyuyorlar?
-Müzikler çok kötüydü, sürekli aynı beynim şişti!
-Keşke gelmeseydik ya, yarısında uyudum zaten…
İzleyici memnuniyetsizliği sanırım tavan yapmıştı ki, sürekli olumsuz cümleler kurarak oyunu yerden yere vuruyorlardı. Biraz arkalarında ilerledikten sonra dayanamayıp hanımları durdurdum ve “Bu eleştirileri tiyatro ekibine de iletebilirsiniz bence” dedim. Tiz sesiyle daha seri konuşanı şöyle bana dikkatlice bakıp, “Gidip ne söyleyeceğim, kötü olduğunu kendileri de görmüyor mu? Bir daha da gelmeyiz, onlar anlar” dedi. Ben de fikrine saygı duyduğumu ama iletirlerse daha güzel olacağını yineledim. Bu teklifim pek cazip gelmedi, birbirimize hayırlı akşamlar diledik ve herkes kendi yoluna koyuldu.
Beğenmediğimiz bir durum olduğunda eleştirmekten veya fikrimizi açıkça beyan etmekten bizi kim, nasıl alıkoydu? Sesimizi çıkarttığımız vakit, “Sen halksın, bilmediğin sanat işlerine burnunu sokma” diye kim dedi? Böyle fısır fısır kendi aramızda ölene kadar sır kalacak eleştirilerimizi neden sanatçılara ulaştıramıyoruz? “Tiyatro görgüsü adı altında konulan kurallar zaman içerisinde seyircinin eleştirici ve etkin gücünü dar bir kalıba sokup pasifleştirmiştir” tespitinde bulunmak sanırım yanlış olmaz!
Pasif izleyici salonlarda kuru kalabalık oluşturmaktan öte geçip, tiyatroya yön verici reaksiyonlarda bulunmadığı sürece eleştirdiğimiz çoğu soruna da çözüm noktasında yetersiz kalıyoruz. Bu bağlamda yaptığı kitap çalışmaları ve konuşmalarıyla tiyatro alanında uzman isimlerden biri olan Metin And, tiyatro izleyicisinin nasıl olması gerektiğine dair şunları söylüyor: “İyi seyirci edilgen değil, etkin olanıdır. Canlı, olumlu ve olumsuz yargılarını tepkileriyle gösteren gerçek seyircidir. Belli bir tiyatro alışkanlığıyla koşullandırılmış, önyargılar edinmiş aydın kentli seyirci için bunlardan arınmak zordur… Uslu ve edilgen olmaya koşullandırılmış Türk seyircisinden yuhalamak, ıslıklamak, sahneye öteberi atmak gibi olumsuz tepkiler hemen hiç görülmemiştir. Oysa Avrupa tiyatrosunun altın çağlarında… gösterim sırasında seyircilerin aralarında düello ettikleri, beğenmedikleri oyun ve oyuncular için sahneye taş ve incir gibi maddeler attıklarını biliyoruz…”
Seyircinin oyunlara tepkisi kontrolsüz olmasın tabi, sahneye beğenmediğimiz bir oyun olduğunda domates fırlatmayalım, küfürler savurup, salonu birbirine katmayalım. Ama dile gelmemiz gerekiyor artık! Tabi bir de “Bizimkiler yapmış, çok da şey etmemek lazım” deyip sessizliğe gömülmek, kötü olanın belki önüne geçebilecek bir eleştiriyi de sırf tanıdığımız şimdi sıkıntı olmasın diye dile getirmemek durumu var. Tiyatro alanında yaptığı çalışmalar ve koyduğu eserlerle belli bir çıtayı aşamamış sanatçılara sırf uzun yıllar bu işe emek verdi diye eleştirilerimizi göstermemek ne yazık ki günümüzde sıklıkla karşılaştığımız bir davranış şekli. Burada iki taraflı bir durum var aslında, seyirci “ayıp” olur diye eleştirmekten kendini alıkoyuyorsa, sanatçı da “Daha neler” tepkisiyle eleştirileri kabul etme lütfunda bulunmuyor.
Beğenmediği halde oyunu alkışlamak refleksini düzene sokma zamanı sizce de gelmedi mi? Tabi bu noktada tiyatro sahiplerinin, sanatçıların, yetkili mercilerin olumlu, olumsuz eleştirilere açık, seyircinin söylemlerini dikkate alan bir yaklaşımı da hissettirmesi lazım. Eleştirinizi fiziki bir eyleme dönüştürüp “tiyatroya gitmeyerek” yaptığımız vakit, kaybeden sadece tiyatro ekipleri olmuyor. Hepimiz kaybediyoruz, velhasıl beğenmediysen git konuş bence!