Meşhur bir hikâyedir. Adamın biri çölde devesiyle yolculuk yapıyormuş. Uzaklardan bir bedevi belirmiş. Yolcunun kendisine doğru yaklaştığını gören bedevi, onu durdurmuş ve şöyle demiş: “Sen ne mübarek bir adamsın, ben ne bahtiyar bir adamım ki senle karşılaştım. Bu çöl ortasında sen, bana Mevlâ’nın bir lütfusun. Allah senden razı olsun…”
Bedevinin bu dua ve minnet cümleleri karşısında şaşıran yolcu şöyle demiş: “Hayırdır kardeşim, nedir derdin? Ne oldu da bana böyle iltifatlar ve dualar edersin?”
Bedevi meramını anlatmaya başlamış: “Ben deveme yükümü yüklemiş ve varacağım menzile niyetlenmiştim. Lakin devem aksilik etti, yükü sırtından indirdi. Benim de gücüm tek başıma yükü denklemeye yetmedi. Birlikten kuvvet doğarmış, baş başa vermeyince taş yerinden oynamazmış. Gel bir el atıver de yüküme, deva ol derdime. Bol dualar okurum geçmişine. Yüküm şu tepenin eteğinde.”
Yolcu bedevinin yardım talebini kabul etmiş. Devesinden inip bedevinin peşine takılmış.
Yolcunun devesinden inip uzaklaştığını gören bedevi bir fırsatını bulup deveye binivermiş. Sonra da dörtnala çölün kalbine doğru kaçmaya başlamış. Olayı fark eden yolcu bedevinin peşinden koştursa da yakalayamayacağını anlamış ve bedeviye doğru olanca kuvvetiyle bağırmış: “Allah aşkına dur! Tamam deve senin olsun lakin bir dur! Sana diyeceklerim var. “
Bedevi mesafeyi koruyarak durmuş. “Söyle derdini be ahmak herif, neden beni durdurdun?” demiş.
Yolcu cevap vermiş: “Ey mazlum bedevi kılıklı alçak eşkıya! Beni kandırıp devemi çaldın. Beni bu çölde ölüme saldın. Tamam devem senin olsun. Ama ne olursun bu mesele seninle benim aramda sır olsun.”
Yolcunun devesinden vazgeçmesine bir anlam veremeyen bedevi hayretle sormuş: “Ey ahmak yolcu, neden bu olayı başkasına anlatmamı istemiyorsun? Neden sır kalsın diyorsun?”
Yolcu demiş ki: “Eğer sen bunu insanlara anlatırsan, bu olay dilden dile kulaktan kulağa yayılır.
Bir darb-ı mesel olur. Korkarım ki insanlar bundan sonra çölde yardıma muhtaç olan hiç kimseye yardım etmez, yükünü bile yüklemez. Böylece insanların kalplerinde, iyilik yapma arzusu kaybolup gider.”
Ey yolcu! Mazlum bedevi görünümlü çöl eşkıyası, öyle bir deve hırsızlığı yaptı ki deveyi hamudu ile birlikte götürdü. Üstelik bunu öyle sinsice yaptı ki insanlar yıllarca devesinin çalındığını bile hissetmedi. Hatta gariban yolcular, develerinin bedevi tarafından Allah yolunda kurban edildiğini sanarak, yıllarca yol aldı kavurucu çöl kumlarında yalın ayak.
Şimdi develer bir tarafa, canlarını kurtardıklarına şükrediyor yolcular. Ancak maalesef bu hırsızlık ve eşkıyalık, yolcu ile bedevi arasında sır olarak kalmadı. Dünya basınında davul zurna ile ilan edildi. Artık çöl bir tarafa, mamur şehirlerde bile insanlar yardım etmeyecek yolda kalana.
Ey yolcu! Bu bedevi kılıklı eşkıyanın yaptığı en büyük cürüm bu oldu. Şimdi kim ağzını açsa “öğrencilere yurt” diye, eşkıyanın ebleh yüzü gelecek insanların gözleri önüne. “Fakir bir öğrenci var, ellerimizi ceplerimize atsak ne var! Burs…” diyecek olsa, tıkayacaklar lafı ağzına. “Vaktiyle burs verdiğimiz öğrenciler tarafından kurşunlandı ciğerparelerimiz.” diyecekler. “Kurban, zekât, sadaka…” diyenlere, “Boğaz’da tank üstünde katil darbeci” görmüş gibi bakacaklar.
Ey yolcu! Bu eşkıyaların bizimle aynı çölde olması utandırmasın seni ama düşündürsün. Bir muhasebeye sevk etsin. Çöl hâlâ bizim çölümüz lakin böyle olmayabilirdi? Böyle olmaması için elden bir şey gelir miydi?
Eğer tüm saflığımıza rağmen eşkıya canımızı almayı beceremediyse, bunu Allah’ın bir rahmeti olarak gör. Bir de içimizdeki usta çöl yolcularının varlığına yor.
Şimdi biraz daha şükredelim ve sabır gösterelim; haftaya “Ne yapmalı(ydı)?” sorusuna cevap ararız beraber…