Seçimden sonra niyetim AK Parti’ye yönelttiğim iktisadi eleştirileri daha derinlikli bir şekilde ortaya koymaktı. Fakat şu anda hükümetin ekonomi politikasının ne olacağını merak etmiyoruz. Zira ortada hükümet filan yok. Teşekkürler kaos.
AK Parti çok büyük işler başardı. Türkiye özellikle 2011’den sonra varoluşsal problemlerini çözme yolunda AK Parti ile birlikte çok önemli adımlar attı. Ve sadece biz Türkler ve Kürtler değil, tüm ümmet coğrafyası bizimle birlikte geleceğe heyecanla bakmaya başladı.
İlginçtir ki Batı basınında yere göğe sığdırılamayan AK Parti’nin eleştirilmeye başlanması bu döneme rastlar. Yine AK Parti karşısında kurulan kirli ittifakın temelleri de o dönemde atılmıştır. Ve şimdi Batılılar, AK Parti’nin 2011’den sonra raydan çıktığını söylüyor. Evet, Batılılar kesinlikle haklı. Türkiye 2006’dan sonra “sömürge rayından” yavaş yavaş çıkmaya başladı. Ve 2009’daki “one minute” ile birlikte bu durum iyice görünür hale geldi.
Erdoğan, Davos’ta Türkiye’yi ve İslam dünyasını tahakküm altında tutan sisteme durun bir dakika çekti. Ve bu çıkışın bir bağımsızlık haykırışı ve isyan çığlığı olduğu gayet açıktır. İşte Erdoğan bu sömürge düzenine isyan ettiği ve bu toprakların insanlarının hakkını savunduğu için daha sonraki süreçte otoriterlikle, diktatörlükle filan suçlanmıştır. Ve Erdoğan’ın bugün “Dünya beşten büyüktür” sözü “one minute” ile ruh ikizidir.
Son iki senede iyice ayyuka çıkan kirli ittifak Erdoğan’ı yıkmak için kurulmamıştır. Dertleri AK Parti de değildir. Bu kirli ittifakın tek derdi Türkiye’nin “üstü örtük bir sömürge devleti” olarak kalmasıdır.
Bu kirli ittifakın içerideki kollarının “3. köprünün yapımına mahkeme engeli çıktı” temalı haberler karşısında nasıl sevinç çığlıkları attıklarını görüyoruz. Yine ülkemiz için çok önemli bir noktada bulunan ve açılmasını dört gözle beklediğimiz 3. havalimanına da nasıl kinle baktıklarını biliyoruz.
AK Parti, 13 yıllık iktidarı süresince uzun vadeli bir iktisat politikası yürütemedi. Ekonominin dümenindeki bakanlar, mevcut düzeni olduğu gibi benimsediler ve genelde “piyasa dostu” bir yaklaşıma sahip oldular. Ben “piyasa dostu” diyeyim, siz “ultra zengin dostu” anlayın. Özellikle Ali Babacan piyasa dostu neoklasik anlayışın en önemli temsilcisi oldu. Yaklaşık bir yıldır kirli ittifakın medya ayağında çıkan “piyasalar Ali Babacan’ı istiyor” temalı haberleri bir de bu gözle okuyun.
Türkiye’nin uzun vadeli bir iktisat politikası olmamasının en temelinde yatan sebep ise, ultra miyop piyasaların resmi anlayışı olan neoklasik iktisadın aşkın bir hakikat olarak bellenmesidir. Özellikle Erdem Başçı’nın söylemlerinde bu çeşniyi yakalamak çok kolay. Ali Babacan da “bu iş böyle yapılır” havasında geçmişte birçok demeç verdi ve ders verdiğini “düşündü.” Bahsini ettiğimiz şey ampirik bulgularla delik deşik edilmiş, hakikatte hiçbir karşılığı olmayan neoklasik iktisat. Ne kadar trajik değil mi?
Özellikle 2011’den sonra birçok cephede savaşmak durumunda kalan AK Parti için bir de ekonomi alanında yeni bir cephe açmak çok kolay olmayacaktı. Zaten Erdoğan haricinde bu tarz bir cephe açılması gerektiğini gören çok fazla kişi yoktu. Erdoğan’ın Merkez Bankası konusundaki rahatsızlığını bir de bu gözle okuyun. Vesselam…