Bir insan, bir devlet, bir kültür Batılılaşmaya yönelir buna mecbur bırakılırsa kendi kavramlarını kaybettiği gibi aile kavramını da yitirir.
Sömüren ve kontrol etmek isteyen için asimilasyon bir silahtır. Sömürülen ve kontrol edilmek istenen için ise bu Batılılaşma olarak piyasaya sürülür. Bu yüzden sömürülen ve güdülmek istenen toplumlar değerlerinden çıkarılma, baştanbaşa değiştirilme, kimlik karmaşası yaşatma projelerinin muhatapları olurlar. Müslümanlar’ın böyle bir değişmeyi, başkalaşmayı, kimlik değiştirmeyi isteyip istemediklerinin bir önemi yoktur bu bilinçaltı ve bilinç üstü olarak uygulamaya geçirilir. Böylelikle ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilen arada, sıkışmış, güdük, iğdiş edilmiş üretemeyen ve derinlikli olarak düşünemeyen, mukayese yeteneği yok edilmeye çalışılan kişilerden oluşan toplum projesi hayata geçirilmiş olur. İki kültürün bir arada yaşamasının en kotu bicimi asimilasyondur. Sömüren ve kontrol etmek isteyen açısından galiplik sömürülen ve kontrol edilen açısından ise mağlupluk doğal olarak ortaya çıkar. Menfaat ve sömürü temelleri üzerine kurulmuş batı ekonomisi, geri, çağdışı kalmış, sömürülebilir toplumlara muhtaçtır
Bu yüzden ASİMİLASYON büyülü ve sinsi bir maniveladır.
Kendi tarihini kendisi yazan ve bir dönem batı karşısında ağırlığı olan Osmanlılar, batıda gelişen yeni teknoloji ve askerî sistem karşısında yılgın ve yıkılmış kaldığı için reflekslerini kaybetti. Buna askerî alanda batının üstünlüğü eklenince Osmanlıların kendilerine olan güvenlerini kayboldu. Bunun doğal sonucu olarak Toplumun rehberi olan, olması gereken aydınların kafaları karıştı, karıştırıldı Kelamları, sanatları, ortaya koydukları eserleri ve çözüm önerileri karıştı. Kavram kargaşası at koşturmaya başladı. Batı kutsandı.
Batı, Batılılaşma hareketlerinin önündeki en büyük engel olarak şüphesiz İslâm’ı gördü. Bu dinin düşünceye, hayata, günlük İlişkilere yansıyan ahlâk anlayışını yok etmek için kontrolüne geçirdiği bilinçli ya da bilinçsiz olarak elverişli yerel kimlikleri kendi çıkarları için kullandı. Bu doğrultuda önce ahlâk anlayışına yönelen eleştirilerini gittikçe dine, dinî düşünce ve yaşantıya ve İslâmiyet’e yönelttiler. Dinî düşünce, böylelikle batılılaşma ve gayrimilli unsurlar eli ile saf dışı edildi. Dünyevî-laik bir yaşam tardı zorla dayatıldı. Bunun doğal sonucu olarak tabiri caizse Allah ile kul arasındaki akıl ve his vericilerin fişi çekilmiş oldu.
Bir insan, bir devlet, bir kültür Batılılaşmaya yönelir buna mecbur bırakılırsa kendi kavramlarını kaybettiği gibi aile kavramını da yitirir. Orijinal kültür ve onun yaşam tarzı kendine yeterliliğini, güvenini şu veya bu nedenle kaybettiği zaman başka bir ruha bürünür, başka değerlere sarılmak, bağlanmak ihtiyacını duyar; hele bu değerler onun önüne getiriliyor ve konuluyorsa doğal olarak taklit etmeye başlar. Böylece artık durum zıvanadan çıkar yenilgi başlar kişi ve toplum kendini ezik hisseder, bu da emperyalist güçlerin tek arzularıdır. İçten ve dıştan gelen çok yönlü baskılar sonucu aile kavramı kutsallığını kaybeder aile kavramı yitirilmiş insanlardan oluşan toplumlar artık parçalanmaya, yok edilmeye, sömürülmeye ve zombi haline getirilmeye hazırdırlar. Bu yüzden aile kavramı yok edilmeye çalışılıyor hem de çok güçlü bir şekilde.
Medeniyetimizi çürütme ve değiştirmeye memur vazifeliler çeşitli vasıtaları kullanarak kelimelerin ve terimlerin kavramlarını bozuyorlar, kavram alanlarına yabancı unsurları sokuyorlar, sonra bunları asıl kavramların yerine geçiriyorlar. Doğal olarak kafalar karışıyor. Bugün İslam dünyasına baktığımızda bu kavram kargaşasının nerelere vardığını dehşetle izliyoruz. Çağdaşlık aynı zaman diliminde yaşamak olarak algılanmak yerine kimliğini kaybetmek olarak piyasaya sürülüyor. Batı kültürü Allah’ın varlık ve birliği konusunda en azından şüphe içindedir, vahiy yerine aklı ve beşeri bilgi kaynaklarını koymuştur, sekülerdir bize dayatılan Batılı yaşam tarzı olunca tabi ki Kelime-i Şahadet’in üzeri örtülmeye çalışılıyor.
Türkiye’de ve diğer İslâm ülkelerinde görülen batılılaşma ve çağdaşlık hareketleri her şeyden önce yukardan aşağıya ve zorla yerleştirilmiş olduğu için bunun tabi uzantısı olarak Kelime-i Şahadet’in önemi yok edilmeye çalışılıyor. Bunu yapan ise Şeytani fikirlerden başkası değil.
Medeniyetler arası mücadelede oyunu kuralına göre oynamamız gerekiyor. Batı amacını belirlemiş, kuralları koymuş, oyuncuyu yetiştirmiş, oynuyor ve kazanıyor. İslam dünyası ise hak ve hakikat kavramlarını kaybettiği aslında kaybettirildiği için amacını yitirmiş, kendi kuralları yok olmuş, oyuncusunu yetiştiremiyor. Doğal olarak kaybediyor. Kadim huzur ve barış için kendimize dönmeli, kendimiz olmalıyız. Bunun için ise kültürler ve medeniyetler arasındaki farkın şuuruna varmak zorundayız. Değerlerimize sahip çıkmalı kendimize güvenmeliyiz. Karşı tarafa hayranlık ve taklit psikolojisini terk etmek için çok hızla hareket etmeliyiz. Batı medeniyetinin çirkin yönlerini görmek ve göstermek mecburiyetindeyiz. Kendi değerlerimize acilen sahip çıkmalıyız. Bunun yolu da, İslam toplumlarının aydınları, yöneticileri ve halkıyla el ele vererek bir eğitim seferberliği içine girmesiyle olur. Yok, edilmeye çalışılan medeniyetimizin üzerindeki örtüleri kaldırmamız gerekiyor.
Mesele insan meselesidir; medeniyeti kuran ve geliştiren insandır.
Herkes üzerine düşen vazifeyi yılmadan yerine getirmeli işte bu yüzden yazıyorum, bu yüzden oynuyorum…