Yıl 1953, yerİran, seçilmiş lider Musaddık, petrolü millileştirmek isteyince dış müdahaleyle iktidardan indirildi, yerine Şah geçirildi. Şah’ın kurduğu SAVAK istihbarat örgütü, baskı ve terörle İran’ı yıllarca yönetti. Perde arkasında ABD vardı.
Yıl 1954, yer Guatemala. Ülkenin lideri Arbenz ülkedeki Yahudi bir aileye ait olan meyve şirketlerini millileştirmeye yönelik bir adım attı. Sonrasında darbe ile Arbenz devrildi. Arbenz’den sonra iktidara geçen bir dizi yönetici CIA güdümünden çıkamadı ve yüz binden fazla Guatemalalı süreç içinde hayatını kaybetti.
1959’da Haiti’de seçimle iktidara gelen lider katledilirken bunu 1961’de Küba,Ekvador ve Kango’da öldürülen seçilmiş liderler takip etti. Seçilmiş liderler olduğunu özellikle belirtiyorum, bir ülkenin seçilen liderine saygı göstermeyi bırakın darbe ile öldürmeye iten nedenler o ülkede sadece iç sebeplerden kaynaklanan sorunlardan olabilir mi? Mümkün mü? Dış destekli müdahale ile ülkelerin geleceği ve ülke vatandaşlarının yaşam hakları yıllarca yok sayıldı.
1980’lere kadar dünyaüzerinde millileşmeçabasını gösteren herülke yukarıdakiörneklerde olduğu gibi insanıyla beraber bunun bedeliniçok ağırödedi,ödettirildi.
Ağzını her açtığında Osmanlı’nın kanlı tarihi ve seferleri diye söze başlayanşahısların Osmanlı’nın fetih politikası ile ABD’nin politikaları arasındaki farkı görebilirler mi diye böyle bir giriş yaptım ama yazının sonunda yine o aydınlara değineceğim.
Dünya genelinde yapılan operasyonlarla kendisine karşı oluşan nefret objesinden rahatsız olan ABD bu durumdan kurtulma adına kendine bağlı terör örgütlerini kurma yolunu seçti ve 1980’lerden sonra yöntemini değiştirdi. Amaç, söz sahibi olmak istediği bölge ve ülkelerde sözde uluslararası hukuk çerçevesince müdahalenin önünü açabilmekti. İlk önce El Kaide sonrasında DAEŞ militanları ile dünyada müdahalede bulunduğu ülkelerde mülteci kamplarının oluşmasını sağladı, amaç insani yardımdanöte bu mültecilerle sınırları belirsizleştirmek, suikastlara zemin hazırlamak, terörşebekelerininülkeler arası geçişini kolaylaştırmak ve istihbaratçıların bölgeye yerleşmesini sağlamaktı.
Yazının seyrini değiştirelim ve başka bir açıdan bakalım: Dünya genelinde bir nevi kendi himayesinde olan El-Kaide ve DAEŞ terör örgütlerine karşı sözde mücadeleye giriştiğini düşündüğümüz ABD, bu iki örgütü bahane ederek dünya üzerinde kaç ülkenin ve o ülke insanının canını ve mallarını yok etti? Saydınız mı? Saymayın gerek yok! Asıl soruya gelelim: Siz hiç ABD veya İsrail’de terör örgütleri ile girişilen mücadelede devletini katil ilan eden akademisyen, aydın veya sanatçı duydunuz mu? Veya ABD ve İsrail’e karşı terörle mücadeleye giriştiği için yaşam hakkı yok sayılamaz diye bildiriye imza atan insanların listesini gördünüz mü?
Dikkat edelim, sorun devleti eleştirmek değil, vatandaşına sert müdahale eden hatta ölümüne yol açan devleti katil ilan etmek çok farklı bir şey, devlete karşı öldürücü yöntemlerle saldıran terör örgütlerine sözde barış söylemleri ile destek çıkmak farklı bir şey. Bu ayrımı yapan Batı entelektüeli ile bu ayrımda boğulan bizim sözde entelektüelimizin durumunu anlayalım. Yıllarca ülkemizin maddi imkânlarının yok olmasına sebep olan teröre destek veren kişilere aydın denilemeyeceğini ve bunun barış kelimesi ile yapılamayacağının anlaşılması gerekiyor. Zor ama çabamızın sebebi bu. Bizim sözde aydınlarımızın gerçek anlamda aydınlanması dileğiyle…