Bir krize başka bir krizle çözüm arama çabasının tarihi çok eskilere dayanmasa da, etki alanı artık neredeyse tüm dünya ölçeğindedir…
Krizden kriz üretmenin merkezi, krizi kendi zihniyet kodlarında taşıyan ve tüm dünyaya uygarlık götürme iddiasındaki Batı’dır…
Batı’nın özellikle Sanayi Devrimi sonrasında elde ettiği her türden maddi imkânlar, zihniyetiyle birlikte insanı devre dışı bırakarak adeta insanı, insansız bir dünya ile karşı karşıya bıraktı…
Bu konuda, öncü bir filozof olan ve Batı Uygarlığının kendisinin bir “kriz” olduğunu iddia eden Edward Carpenter’a hak vermemek mümkün değildir…
Zira Toynbee’nin de hakkını teslim ettiği gibi, İslam Medeniyetinin son ve güçlü temsilcisi konumundaki Osmanlı’nın tarih sahnesindeki aktif rolü durulduğu için önünde hiçbir engeli kalmayan krizli Batı zihniyeti, adeta bir virüs gibi bütün zihniyetlerin içine sızabildi; ne yazık ki…
İnsana rağmen bir insan yaşamı hayal edilebilir mi?
Bütün iddialar, insanın daha uygarca ve daha estetik bir hayat yaşaması üzerine inşa ediliyor olsa da, gerçeklerin böyle olmadığını, kafanızı dünyanın neresine çevirseniz zahmet çekmeden görebilirsiniz…
Adeta “nesne” konumuna indirgenmiş insana bilinçaltı illüzyonlar uygulanarak nasıl karar yet(k)isinin elinden alınmaya çalışıldığını, illüzyonu aşan kafalar çok rahatlıkla görebiliyorlar…
Bu illüzyonlarla karar verme yet(k)isi elinden alınmışların sadece harabeye razı edilmiş ve yıkık dökük olduğu için kendisini çabucak ele veren Afrika’da olduğunu zannedenler büyük bir yanılgıya düşerler…
Çok şaşalı yaşıyor gibi görünenlerin esareti, almak zorunda bırakıldıkları ile ölçülürse Afrika’dakilerden çok daha büyüğüne razı oldukları görülecektir; üstelik ruhsuz, kısa süreli ama çok pahalı zevklere yürekten bağlı bir esaretle…
İşte Batı Uygarlığının “kriz üreten kriz”inin temel sebebi öncelikle en büyük uygarlık vaadiyle kandırdığı kendi insanını yok saymasıdır; düşünmeyen, sorgulamayan ama sürekli itaat etmesi beklenen bir Batı insanı olarak…
Varın gerisinin halini siz düşünün!
Kast ettiğim Batı zihniyetin mimarları, muhtemel isyanlar ve öfke patlamalarına karşı, kendilerini somut birer boy hedefi olmaktan büyük bir maharetle koruyabilmişlerdir…
İnsanların önüne, sınırları çizilemeyen ve ne olup-olmadığı tam olarak tanımlanamayan “kapitalizm, vahşi-kapitalizm” gibi soyut kütleleri hedef tahtası yaparak, onu yumruklamalarını başarıyla sağlamış görünüyorlar…
İnsanlar bir boşluğu, “Kahrolsun kapitalizm, yıkılsın faşizm” naralarıyla yumruklarken kapitalist bu sayede, en aşılmaz gümrükleri aşıp, en sert karşıtlarının ta kalbine kadar girmeyi başarmıştır; Çin’e ve Rusya’ya bakmak kâfidir…
Batı’nın virüslü zihniyetinin yüklenerek taşındığı, reddinin ise artık çoğu zaman büyük muhaliflikler uyandırdığı sihirli, plastik, bukalemun özellikli kabul görmüş karamlar var; en çok istismar edilenlerden biri olan “demokrasi” gibi…
Bunların bizim zihniyet dünyamızı atlayıp geçtiğini keşke söyleyebilseydim; zorlanmadan girdikleri gümrük kapılarımıza rağmen…
Ne yazık ki doğruya doğruluk dersi vermeye çalışan bir yalancılığı el üstünde tutan ve bu yanıyla en büyük krizi, “hakikati yerinden etmeye ayırmış” zihinlerin siyasetimizde gördüğü itibar, beni haklı çıkarıyor…
“Fikir hürriyeti” zırhı giymiş “yalancı”lığın, “demokrasi tezgâhı”nda pazarlayanı da, alıcısı da oldukça bol maalesef…