Batı Şeria’da İsrail şiddeti neden artıyor?

Abone Ol

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da 2023 yılının başından beri yaklaşık 200 Filistinli, Yahudi yerleşimciler ya da İsrail güçlerinin saldırılarında yaşamını yitirdi. Bununla birlikte İsrail güçleri, son dönemde çok sayıda Filistinli ailenin evlerini yıktı ve yine çok sayıda aileyi evlerinden çıkardı. Kudüs’teki Mescid-i Aksa yakınlarındaki Sub Leben ailesine ait eve işgalciler tarafından el konulması gündemi uzun süre meşgul etti.

Bu rakamlar, ikinci intifadan bu yana Batı Şeria’nın şiddete en fazla maruz kaldığı günleri geçirdiğini gösteriyor. Bunun sebebinin kasım ayında iktidara gelen Binyamin Netanyahu liderliğindeki aşırı sağcı koalisyon hükümetinin uyguladığı politikalar olduğu açık. Zira hükümet, 1967 sınırları olarak tabir edilen bölgenin statüsüyle oynamakta ve açıkça bölgenin demografisini değiştirmeye çalışmaktadır. Buna bağlı olarak, Batı Şeria’daki direniş gruplarının özellikle 2021’in Ramazan ayında 67 ve 48 sınırları içerisinde yaşanan olaylardan da cesaret alarak işgalcilere şiddet yöntemleriyle karşılık vermesinin de rolü olduğu söylenebilir.

İsrail güçlerinin Gazze Şeridi’ne yönelik yoğun saldırılar düzenlediği 2021 yılının Ramazan ayında, 67 ve 48 sınırları içerisinde İsrail güçleri ve yerleşimcilerin yanı sıra, özellikle Tel Aviv’de İsrail vatandaşlarını hedef alan Filistinlilerin etkili silahlı eylemleri, direniş gruplarının Gazze dışında işgal altındaki bölgelerde de oldukça etkin olduğunu göstermiş ve İsrail'i şaşırtmıştı.

Bunun yanı sıra, kasım ayında yeniden iktidara gelen Netanyahu ve kurduğu ırkçı koalisyonun giriştiği yeni kanun düzenlemelerinin neden olduğu iç karışıklıklar da işgal hükümetini dikkatleri “asıl düşmana” çekmek adına Batı Şeria’daki şiddeti artırmaya itiyor.

Yarım kalan işi tamamlamak

İsrail’de 2019 sonundan beri yaşanan siyasi kriz öncesi Netanyahu hükümeti, Washington’daki Donald Trump yönetimiyle uyumlu bir görüntü çizmiş ve Trump yönetiminin önerdiği “Asrın Anlaşması”nı kabul etmişti. Öncesinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan eden Trump, bu anlaşmayla her ne kadar başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurulmasını öngörse de Netanyahu’ya Batı Şeria’yı ilhak etme fırsatı da vermişti. Ancak anlaşmanın ardından peş peşe hem Trump’ın hem de Netanyahu’nun iktidardan düşmesi, anlaşmanın uygulanmasını erteledi.

Öyle görülüyor ki Netanyahu, iktidardan uzak olduğu iki yıllık süreçte dönüş için planlarını yapmış. Zira Kasım 2022’de kurduğu koalisyonda Itamar Ben-Gvir ve Bazalel Smotrich gibi ultra fanatik bakanlara yer vererek, "Asrın Anlaşması"nın kendisine sağladığı zemini sonuna kadar kullanma niyetini göstermişti. Ancak Netanyahu, ilk günden beri koalisyondaki aşırı sağcıların neden olduğu bir dizi sorunlarla ilgileniyor. Ben-Gvir’in Kudüs’ün statüsünü değiştirme ısrarı ve yargının hükümet üzerindeki denetimini sona erdiren son kanun düzenlemesi Asrın Anlaşması’nın öngördüğü planda, uluslararası toplumun kabul ettiği iki devletli çözüm seçeneğine yapılan göstermelik bir vurguyu akamete uğratmakla birlikte, İsrail’deki muhalefete de “Demokratik rejim değiştiriliyor!” iddiasının altını fazlasıyla doldurma fırsatı veriyor. Ocak ayında, İsrail Cumhurbaşkanı Yitzak Herzog’un, mevcut durumu “patlamaya hazır bir bomba” olarak nitelemesini haklı çıkaran olaylar aylardır devam ediyor.

Netanyahu’nun planına dönecek olursak, Batı Şeria’daki şiddetin bu denli artmasını bu gelişmelerle birlikte düşündüğümüzde Bibi'nin 2020’de yarım kalan Asrın Anlaşması'nı uygulamak için şiddeti artırma yoluna başvurduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Zira, koalisyon içinden de son dönemde “Batı Şeria’nın ilhak edilmesi”ni isteyen seslerin giderek artması yarım kalan planın uygulanmaya başlandığının açık delili sayılabilir.

Ben-Gvir’in şiddetle atbaşı giden keyfî kanunları da Netanyahu hükümetine bu planı uygulamak için bir zemin sunuyor. Zira Ben-Gvir, İsrail güçlerine ya da Yahudi yerleşimcilere saldıran herhangi bir Filistinlinin bütün ailesini cezalandıran kanunlar çıkarmaktadır. Bu da bir yandan tehciri hızlandırmakta diğer yandan da Batı Şeria’nın ilhakının önünü açmaktadır.

Filistin direnişinin seçenekleri

İsrail cephesinde bu gelişmeler yaşanırken, Filistin tarafında ise bir türlü giderilemeyen bölünmüşlük hali, işgalcinin, istediği gibi at koşturmasını kolaylaştırıyor. Bu noktada şunu zikretmek gerekiyor; Netanyahu ve Trump, Asrın Anlaşması'nı ilan ederken Birleşik Arap Emirlikleri ve Fas başta olmak üzere, bazı Arap ülkeleri ile normalleşme yoluna giderek içeride atacağı adımlara, Fas örneğinde Batı Sahra’yı tanıma konusunda giriştiği pazarlıklarda olduğu gibi dışarıdan gelecek itirazlardan korumaya çalışıyor. Fas’ın başkenti Rabat’a giden yöneticilerin oradan “Normalleşmeyi genişletmek istiyoruz.” şeklindeki beyanatları ve Suudi Arabistan ile süren girişimler de Netanyahu’nun ilhak planında sona yaklaştığının bir göstergesi.

Filistinli gruplara dönecek olursak, geçtiğimiz hafta Mısır’da gerçekleşen görüşmelerde Fetih lideri Mahmud Abbas’ın direniş gruplarından 67 ve 48 sınırları içerisindeki silahlı eylemleri durdurmalarını istemesi, Abbas açısından oldukça kritik bir talep. Zira zaten İsrail’in meşruiyetini peşinen reddeden Gazze’deki direniş grupları açısından yapılan her silahlı eylem ve öldürülen her Yahudi bir kazanç olarak görülse de, 1993’teki iki devletli çözümü öngören Oslo anlaşmasını imzalamış ve bu kapsamda uluslararası arenada kendisine zemin arayan Abbas için bu eylemler, zemininin altından kayması ve argümanlarını kaybetmesi anlamına gelecektir.

Öte yandan, İsrail cephesinde ise Filistinlilerin yaptığı her saldırı özellikle Ben-Gvir’in çıkardığı kanunlar da göz önüne alındığında ilhak için atılabilecek adımlar için yeni bir fırsat olarak görülüyor. Zira meselenin silahlı boyuta taşınması 67 ve 48 sınırlarında direnişin karşı koyma gücünü aşacak bir duruma sebep olabilir. Çünkü bir tarafta ciddi bir askeri güce sahip olan İsrail karşısında bölgede sivil alanlarda yapılacak bir silahlı direnişin üstelik uluslararası şartlar bu kadar İsrail’in lehineyken başarı şansı çok düşük görülebilir.

Bu noktada, ilhak sürecini akamete uğratacak ya da tamamen bitirecek tek durumun İsrail’in yaşadığı iç siyasi kriz olduğu söylenebilir. Her ne kadar İsrail’in demokratik bir rejim olduğu konusu su götürür bir konu olsa da içeride en azından kanunların etkin olduğu bir düzen isteyen siyasi taraflar mevcut ve bu taraflar, 31 haftadır Tel Aviv’de sürdürdükleri düzenli kalabalık eylemlerle hiç de zayıf olmadıklarını çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Filistin tarafının bu noktada Netanyahu hükümetinin elini güçlendirecek ve içeriyi konsolide etmesini sağlayacak eylemlerden uzak durması önem taşıyor.