Bazı Arap devletleri, Afganistan ve diğer bazı İslam ülkeleri Sovyetler Birliği’ne karşı zafer kazandıklarını vehmetmişlerdi. Oysa SSCB zaten yıkılma sürecine girmişti ve can çekişiyordu. 1979’da yakılan savaş ateşi Afganistan’da günümüze kadar sönmüş değil, halen yanmaya devam ediyor. Bin Ladin Dünya Ticaret Merkezi kulelerini yıkarak Amerika’yı yıkmayı vehmetmişti ama bu girişimi nihayetinde ABD’nin daha da güçlenip tüm dünyaya yayılmasına hizmet etmekten başka bir işe yaramadı. Bu şekilde önce Afganistan’ı kaybettik, onu Somali, Yemen, Irak ve Suriye izledi. Bugün Bağdadi bu kötü gidişatı tamamına erdirmek için çalışıyor! Güya bütün Avrupa devletlerini hedef alıyor. Siyasi haritayı karanlık bir geleceğin önüne koyuyor. Şimdi fotoğraf daha da netleşti. Sivil insanlar hedef seçilmeseydi Batı’da sağ akım yükselmeyi rüyasında bile göremezdi. Oysa bugün tüm Avrupa’da kin ve nefretin eşlik ettiği popülist sağ akım tırmanışa geçmiş durumda. Avrupa’da yaşayan Müslümanlara karşı ayrımcılık sürekli yaygınlaşmakta. Böylece hem Avrupa’yı hem de bütün bir bölgeyi büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakıyorlar.
Hepsi bu kadar değil. Maalesef günümüzde aydın tabakamız da büyük bir yanlışın içindedir. Üniversite hocaları, yazarlar ve gazeteciler sürekli Müslümanlara karşı yürütülen “haçlı seferleri”nden dem vurmaktadır. Asıl problem bu aydın kesimin gazetelerde yazdıkları ve sosyal medya araçlarında paylaştıkları görüşlerinin yol açtığı büyük tehlikeyi görmek istememeleridir. Yazdıkları cümlelerin, sarf ettikleri sözlerin ömrünün baharındaki gençleri el-Kaide, DAİŞ (IŞİD) gibi örgütlere yönlendiren mesajlar içerdiğinin farkında bile değiller. Peki, Bağdadi’nin söylemini aydınlarımızdan seçkin bir kesimin tekrar edip durması sizce makul ve mantıklı mıdır?
Söylemek istediğim şudur ki; bir taraftan Afganistan’a savaşçı ve silah desteği sağlayan Araplar öbür taraftan aynı dönemde Avrupa’ya binlerce davetçi ve hoca göndermişlerdi. Oralarda -destekleyen Arap ülkelerinin “doğru akideyi yayma” şeklinde isimlendirdiği bir görevle- çok sayıda merkezler açtılar. Bu girişimler elbette Avrupa’da İslam’ın yüksek kabul gördüğü bir dönemde olmuştu. Özellikle Türkiye ve Arap ülkeleri kökenli Avrupalı Müslüman neslin eliyle İslam’ın güzel yüzünün yansıtıldığı bir dönemde…
Afganistan’daki görece zaferin rüzgârıyla Selefi akımın Avrupa’ya gelmesiyle manzara tamamen değişmeye başladı. Müslümanlara karşı kin ve nefret duyguları belirmeye başladı. Avrupalılarla Müslümanlar arasında, hattâ bizzat Müslümanların kendi aralarında bölünüp parçalanmanın âlâsı yaşandı. Örnek olarak son Ramazan ayını hatırlamamız yeterli olacaktır. Müslümanlar bayram gününde bile ittifak sağlayamamıştı. Cemaatlerin bir kısmı Türkiye’ye uyarak bayram namazını kılarken diğer bir kısmı da Suudi Arabistan’a uyarak o gün oruç tutmuştu.
Haçlı savaşları söylemi 800 yıl önce sona ermiştir. Esasen din savaşları dönemi geride kalmıştır. Bu söylemi yeniden gündeme getiren el-Kaide örgütü olmuştur. Daha sonra DAİŞ bu söylemin temsilciliğini üstlenmiştir. Bu söylemin amacı din savaşlarının kapalı kapaklarını yeniden açmaktır. Aydınlarımızdan beklenen bu din savaşları kültürünü besleyecek söylem ve beyanlardan uzak durmasıdır. İslam ülkelerinde İslam dini adına işlenen cinayet ve suçları hep birlikte müşahede ediyoruz işte! Avrupa’da sivilleri hedef alan terör eylemlerinin Türkiye’de de Müslüman sivilleri hedef aldığını hep birlikte görüyoruz. İşin daha acı tarafı bütün bu söylemlerin, eylemlerin ve cinayetlerin “sağlam akide sahibi” olduğunu iddia edenler tarafından irtikap edilmesi ve kendi dışındakileri sağlam inanç sahibi görmemeleridir.
İslam’a karşı şiddetli bir kin ve ayrımcılığın yayıldığı günümüzde en büyük ve en etkin İslam ülkesi olarak Türkiye’den talebim şudur: Avrupa ülkelerinden yüzlerce öğrenciyi getirip Türkiye’de üniversite okutsun, özellikle de hukuk ve medya alanlarında. Beş yıl sonra mezun olacak bu gençler Doğu ile Batı arasında gönüllü elçiler olarak hizmet görecektir. Mevcut kaosun, kin ve nefretin bertaraf edilmesinde bu gençlerin önemli katkısı olacaktır. Siyasetçiler zaman zaman sert söylemler ortaya koyabilir, bazı konularda keskin sözler sarf edebilirler. Ancak biz aydınlara düşen; ortak bir söylem geliştirebilmek, Batı ile aramızda diyalog ve dayanışma temelinde barışçıl bir dil üretebilmek, nihayetinde nefretle savaş çığırtkanlığı yapan projelere karşı vakur bir duruş sergileyebilmektir.
Çeviri: Fethi Güngör