Avrupa’da son olarak yaşananlarla ilgili olarak yazdığım yazılarımın hepsinde Hollanda’nın tavrının tek başına ve tesadüf olmadığını ısrarla vurguladım. Bu onlar açısından yadırganacak ve hayret edilecek bir tavır değil.
Avrupa hiçbir zaman bizi kendinden, hatta ve hatta kendine yakın dahi görmedi. İşbirliği yapıyormuş, değer veriyormuş, müttefikmiş gibi görünse de arka planda her zaman aynı zihniyete sahiptiler.
Birinci dünya Savaşında bizimle hasbelkader müttefik olan Avusturya ve Almanya o günlerde kader birliği edilmesine ve yaşananlara hiçbir zaman sahip çıkmadı en kritik anlarda aleyhimizde kararlara imza attı.
Almanya ile I. Dünya Savaşı’nda İttifak devletleri adı altında müttefik olup İtilaf devletlerine karşı beraber savaşırız. Almanya, İngiliz esirleri arasında bulunan Müslümanlarla iletişim kurmak için Mehmet Akif Ersoy’u Almanya’ya davet eder. Mehmet Akif Ersoy Berlin’e giderken birkaç gece Viyana’da kalır. Müthiş bir gürültüyle uyanır. Kaldığı otel odasından hemen aşağıya iner ve resepsiyon görevlisine ne olduğunu sorar… Kendisine açıklanır ki, alınan habere göre, Kudüs Osmanlı’nın elinden çıkmış ve artık İngiliz işgali altına girmiştir. Mehmet Akif, bu açıklamayı bir türlü anlayamaz. Çünkü Kudüs’ü İngilizler aldı diye sevinenler bizim silah arkadaşımız olan Avusturyalılar’dır.
Sükût ikrardan gelir önermesinden hareketle bilhassa Avrupa başkentlerinin olanlar karşısındaki sessizliği adı konulmamış hilal-haç savaşının çoktan başladığını gösteriyor. Aynı tavrı 15 Temmuz’da sergilemediler mi?
İsmail Yaşa da birkaç gün önce Diriliş Postası’nda Arap sokağının olaya bakışını yansıtmaya çalıştı. Gerek Arap Basını ve gerekse Arap sokağının olan bitenin farkında olduğunu çok net ifade etti.
Batı medyasının takındığı nefrete varan tutum sadece AB ülkelerindeki seçimlerle izah edilebilir mi? Hiç sanmıyorum.
Son olarak Avrupa Adalet Divanı yeni bir karar verdi. “İşveren çalışanının dini sembol niteliğinde kıyafet giymesine yasak getirebilir. Şirketin bu yöndeki kararı ayrımcılık olarak değerlendirilemez.”
29 AB ülkesinde çalışan Müslüman, Musevi ve diğer inançlardaki insanlar için son yılların en önemli kararı. Örneğin, herhangi bir şirket yöneticisi ya da sahibi bu karara dayanarak işyerinde türban ya da kipayı ya da dini sembol anlamı taşıyan herhangi bir giysiyi yasaklayabilir. Avrupa’da çalışan milyonlarca yabancıyı derinden etkileyecek bir karar. Maalesef bu son karar da olmayacak gibi.
AİHM’in kararları ne çabuk unutuldu.
Haziran 2004: İstanbul Üniversitesi’nde türbanlı bir öğrencinin derse alınmayışı üzerine, o öğrenci AİHM’e başvurdu. Öğrenim hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle. AİHM karar verdi: “Laikliğin korunması açısından türban yasağı meşru ve demokratiktir.”
Nisan 2007: “Din dersi çoğulcu ve eleştirel değil, bu derslerde farklı dinlere ilişkin yeterli bilgi verilmiyor, o nedenle zorunlu ders olmaktan çıkartılması gerekir.” . Benzer bir kararı AİHM Eylül 2014’te yeniden aldı.
Mayıs 2014: 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle Rumlar AİHM’e gitti. AİHM Türkiye’yi 90 milyon euro tazminata mahkûm etti.
Bunlara benzer daha nice örnekler var. Sözün özü Batı hiçbir zaman bizi kabullenmedi ki. Bundan sonra da değişen çok bir şey olmayacak. Tüm bunların bilincinde olarak ayaklarımız yere daha sağlam basmalı ve daima güçlü olmalıyız. Aksi takdirde kendi idam fermanımızı imzalamış oluruz. Güzellikler sizinle olsun…