Başkanlık sistemi tartışmaları (3)

Abone Ol

Başkanlık sistemi ile ilgili bir kısmı tamamen yersiz, bir kısmı da yerinde bazı eleştiriler görsel medya üzerinden bütün hararetiyle kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor. Tartışmalar faraziyeler üzerinde ve bir kısmı sadece vehimler veya romantik beklentiler üzerinden sürdürülüyor. Esasen, bütün bu tartışmalarda temel mesele, başkanlık sistemiyle yapılacak bir sistem ve ray değişikliğinin sistem içi dengeleyicilerinin neler olacağı konusu üzerinde olmalıdır. Sistem içi dengeleyici mekanizmaların kurulması halinde, yeni sistemin başarıyla ve etkin şekilde yürütülmesi ihtimali yüksektir.  Fakat bunun doğru şekilde kamuoyunda tartışılması şarttır. Diğer taraftan savunulan veya karşı çıkılan tezlerin dayanakları, mevcut düzenlemeyle ve diğer ülkelerle mukayeseli usulde ve ikna edici şekilde sunulmalı. Yoksa zanlarla sistem savunusu veya karşıtlığı anlamını yitiriyor.

Bugüne kadar yapılan eleştirilere bakıldığında genel olarak eleştirilerin şu noktalarda toplandığı görülüyor:

Başkanın, belirli bir süreliğine seçilmesi dolayısıyla süresi bitmeden önce görevinden alınamamasının demokratik olmadığı iddiasıdır. Hâlbuki yürürlükteki anayasaya göre Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu bakımından da seçim süresiyle sınırlı bir görevlendirme söz konusudur. Halk hükûmet edenlerden, idarecilerden memnun kalmasa da mevcut yapıya göre normal şartlar altında sürelerinin dolmasını beklemek zorundadır. Yani bu anlamda değişen herhangi bir husus bulunmamaktadır.Başkanın, “la yüs’el” yani hesap vermez, hesap sorulamaz bir konumda olacağı zannedilmektedir. Ancak, Başkan halk önünde sorumlu olduğu gibi, milletin temsilcilerinden oluşan Meclis önünde de hesap vermektedir. ABD sisteminde impeachment adıyla bilinen ve sadece başkana özel ağır bir soruşturma ve yargılama usulü vardır. Bu konuda İnsan Hakları Kurumu eski Başkanı değerli dostum Dr. Hikmet Tülen’in yayınlanmış “Bakanların Cezai Sorumluluğu ve Meclis Soruşturması” adlı değerli eserini, konunun meraklılarına şiddetle tavsiye ediyorum. 1982 Anayasasına göre bir Cumhurbaşkanı’nın veya Başbakanın yargılama süreci hiç kolay olmadığı gibi, her gün rastlanan bir usul de değildir. Bu süreç ABD’de bile bugüne kadar iki defa işletilmiştir. Dolayısıyla, bu konudaki endişeler de tamamen yersizdir.Başkan ile yasama organı arasında uyumsuzluk çıkmasının siyasi krizlere sebep olacağı endişesi de kamuoyunda sıklıkla paylaşılmaktadır ve bu da diğer bir yersiz endişedir. Çünkü başkanlık sisteminin temel özelliklerinden birisi olan sert kuvvetler ayrılığı buna izin vermemektedir. Bir kere hatırlamak gerekir ki, bu sistemde de Meclis kanun çıkarmaya devam edecek ve bütçenin kabulü ve uygulanmasını denetlemeye yine devam edecektir. Bu yönüyle Meclis, hiç şüphesiz ki sistemin yine en güçlü tarafını oluşturmaya devam edecektir.Mevcut durumla karşılaştırılırsa, yürürlükteki anayasal yapıya göre, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın veya Cumhurbaşkanı ile yasamanın ters düşebilme ihtimalinin teorik olarak var olduğunu hatırlamak gerekir. Ancak çok istisnai bir ihtimal olarak halkın Başkan tercihi konusunda farklı bir görüşü; Meclisin oluşumunu sağlayan milletvekili seçimlerinde ise başka bir parti ve görüşü desteklemesi yine teorik olarak mümkündür. Fakat bugüne kadar ne Cumhurbaşkanı seçiminde ne Başbakanın görevlendirilmesi ve güvenoyu almasında ne de Meclis aritmetiğinin teşekkülünde böyle bir paradoksal durum oluşmamıştır. Bu görüşün tam aksine, bölük pörçük koalisyon hükûmetleri döneminde bu parçalı hükûmet yapısının kendi arasında veya Mecliste koalisyon partileri arasında çekişme ve rekabet oluştuğu örnekler çoktur. O zaman, başkanlık sisteminin böylesi bir kaos oluşturması ihtimali, koalisyon hükûmetlerine göre daha zayıftır.

Eleştiri konusu bir diğer husus da, hem Meclis aritmetiğinin oluşumunda hem de Başkanın seçiminde tam olarak halkın belirleyici olmasının bunlardan hangisinin daha fazla söz sahibi olacağı çekişmesine yol açacağı, yani “meşruluk sorunu” doğurabileceğidir. Bu görüşe göre, her iki makamın kendi tezlerinin haklılığında ısrarlarının siyasi sistemi kilitleyebilecektir. Kanaatimce demokrasilerde halkın kendisini temsil edecek kişileri belirleme yetkisinden korkmak gibi seçkinci bir takıntı ancak bu kadar iyi ifade edilebilirdi. Tabii ki, doğru veya yanlış tercihleriyle halk yönetimi belirleyecek, sorumluluğa ortak olacak, sonuçlarına katlanacak veya iyi sonuçlara ulaşılmışsa tercihlerinde devam edecek. Eğer böylesi bir farazi risk oluşursa, bunun dengeleyici mekanizması yine demokrasilerde bellidir. Meclis ile Başkanın yetki ve sorumluklarının anayasa ve kanunlarda son derece net ve ihtilafa yer vermeyecek kadar açık düzenlenmesi bu konunun çözümüdür.

Gelecek yazımızda nasipse devam edeceğiz…