İngiliz gazetesi Times, “100 yıldır savaşmayan bir milletin savaşmayı unutmuş olması gerekirdi. Oysaki Türkler unutmayı bırak, özlemişler bile” diye yazmış.
Bu cümlede bir doğru, birkaç da yanlış var. Önce yanlışları söyleyeyim: Hiçbir millet, savaşmayı arzulamaz. Üstelik biz asırlarca adaletle hükmeden, ırkçılık ve bölücülük nedir bilmeyen büyük bir milletiz. Onun için burası Türkiye.
Efendimiz (sav) de “Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır” buyuruyor. Yani savaşmak için yanıp, tutuşmuyoruz. Onu Hindistan’dan Sudan’a kadar binlerce kilometrelik alanı asırlardır sömüren, milyonları katleden, kendi hükümetlerine söylesinler.
100 yıldır savaşmadığımız da doğru değil. Katliama uğrayan kardeşlerimizi kurtarmak için Kıbrıs’a çıktığımızı; Komünizm tehdidi altındaki Güney Kore’ye yardıma gittiğimizi unutmuş olmalılar.
SAVAŞI DEĞİL AMA MEHMETÇİK’İ BÖYLE GÖRMEYİ ÖZLEMİŞTİK
Fakat bir doğru var söylediklerinde. Ne yazık ki, Mehmetçik bir asırdır “üstüne giydirilmeye çalışılan ideolojik yaftadan; sürekli iç siyasete ayar vermeye çalışan darbeci kimliğinden” ancak sıyrılabildi.
Mazlumlara umut, zalimlere korku salan asli misyonuna yeniden kavuştuğu günden bu yana ise destanlar yazıyor. İşte bunu özlemiştik.
Barış Pınarı Harekâtı hepimiz için çok “öğretici” oldu. Şöyle ki:
1- Arap dünyası denen bir şeyin gerçekte var olmadığını, kukla liderlerin baskı altında tuttuğu, aslına adına “ümmet” denilen devasa bir yığının olduğunu bir kez daha gördük.
2- Keşmir yüzünden Hindistan’la boğuşan Pakistan ve Suud’un tasallutundan kurtulmak için Türkiye vahasına sığınan küçük bir aile devleti olan Katar‘dan başka dostumuz yokmuş. Terörle boğuşan Somali’ye, bölünmüş zavallı Sudan‘a, Türkiye’nin desteğiyle ayakta duran Libya‘ya da küçük bir artı koyalım.
3- Azerbaycan dışında Türk dünyasından hiçbir desteğin gelmemesi, “Türk’ten başka dostumuz yok” palavrasını sonsuza kadar mezara gömdü.
4-Filistin İslami Cihad Örgütü‘nün Türkiye karşıtı cephede yer alması, bunun gibi taşeron örgütlerin gerçekte bir davasının olmadığını, İran’dan ya da başka patrondan gelecek paraya göre tavır alabildiklerini ortaya koydu. Böylece, Kudüs davasının nasıl ticari bir mal gibi pazara çıkartılabildiğini gördük.
5- Arap dünyasındaki İslamcılığın içinde nasıl bir gizli Türk düşmanlığı taşıdığını; bu 20. asrın dönemsel ideolojisinin insanı Kürtçülükten, bölücülüğe; liberalizmden anarşizme kadar pek çok kulvara savurabildiğine şahit olduk.
6– İran, ABD ve diğer küresel güçlerin Kürtleri sadece değersiz bir mal gibi gördüğünü; buna karşın Irak’tan ve Suriye’den yüz binlerce Kürt muhaciri ağırlayan Türkiye’nin Kürtlerin de “biricik devleti” olduğunu bir kez daha gördük.
7- Kurtuluşu için kanlarımızı feda ettiğimiz KKTC’nin Cumhurbaşkanı’nın düşmanımızın cephesine mermi taşıması bizi üzse de; savaşın her şeyi halletmediğini, asıl “savaştan sonra yapmamız gerekenleri ihmal ettiğimizi” gördük.
8- Hayatı boyunca “işgale uğramamış, sömürgeleştirilmemiş olmanın” önemini şimdi daha iyi gördük. Ancak, zihni sömürgeleşmemiş bir milletin yekvücut olabileceğini gördük.