Bangladeş ve Cemaat-i İslami pratiğinden ders almak

Abone Ol

Bangladeş’te hukuksuz yargı düzenekleriyle idam edilen Cemaat-i İslami önderlerinin şerefli duruşları, hikmet dolu vasiyetnameleri ve vecize değerindeki son sözleri, ümmet-i Muhammed’in dikkatini gözden ve gönülden ırak düşmüş mazlum Bengal kardeşlerinin üzerine çekmeyi başardı. Elbette bu dikkatin inayetle desteklenip desteklenmemesi ümmetin haysiyet ve hamiyetine kalmış bir husustur.

Hindistan-Pakistan ayrışması ile Pakistan-Bangladeş bölünmesini ve Cemaat-i İslami’nin bölgedeki etkisini etraflıca inceleyen Haşim Ay’ın Haksöz dergisinin Ocak 2014 sayısında yayımlanan “Bangladeş ve Cemaat-i İslami Pratiği” başlıklı uzun araştırmasını özetle paylaşmak, Bangladeş’teki idamların ardında yatan gerçek sebepleri görmeye ve Cemaat-i İslami hakikatini anlamaya önemli bir katkı yapacaktır.

BANGLADEŞ VE CEMAAT-İ İSLAMİ PRATİĞİ’NDEN DERS ÇIKARMAK

“Belirli siyasi-ideolojik düşüncelerle öne çıkmış ve bu uğurda bedel ödemiş şahsiyetleri, baş koydukları dava bağlamında ele almak daha âdil olacaktır. Nitekim Şehit Abdulkadir Molla da gerek şehadetinin hemen öncesinde dünyaya ulaştırdığı mesajında, gerekse eşine yazdığı ve şehadetini müteakip basına sızan mektubunda bu hususun altını çizmiş; boğulmaya veya engellenmeye çalışılan İslami hareket gerçekliğine dikkat çekmiştir.

Esasen olay Cemaat-i İslami ile sınırlı değildir. Kökleri tâ Bangladeş’in kuruluşuna giden ve binlerce insanı mağdur eden ‘ihanet-i vatan’ davasından dolayı halen Bengal zindanlarında yatan binlerce kişi bulunmaktadır. Ancak, Cemaat-i İslami, süreğenliği olan ‘ihanet-i vatan’ dosyası açısından büyük bir önem arz etmekte, İslami hareket doğrudan hedef alınmakta, Cemaat-i İslami’nin birçok üyesiyle birlikte hemen tüm yönetici kadrosu potansiyel olarak ipin ucunda bulunmaktadır.

Bangladeş’in kuruluşu aşamasında takındığı tutumu yüzünden bugün yargı sehpasında olan Cemaat-i İslami hareketinin duruşu, özellikle de bölgesel sorunlar karşısında nasıl bir metodoloji geliştirmek gerektiği noktasında Türkiye İslamcılığını yakından ilgilendirmekte olup ufuk aşılayıcı bir deneyimi yansıtmaktadır.”

GELECEK TASARIMINI BÖLÜNME DEĞİL BİRLİK EKSENİNDE KURMAK

“Bangladeş’in kuruluşundan bu yana süren toplumsal ve siyasal gerilim kuruluş aşamasında tarafların edindikleri siyasal tutumlarla yakından ilişkilidir. Dahası, olayın bu yönü Bengal-Peştun veya Bangladeş-Pakistan zıtlaşmasından ziyade öncelikle Hindistan-Pakistan devletlerinin kuruluş sürecine değin uzamaktadır.

Dinî ve etnik çeşitlilik açısından tam bir mozaik görüntüsü yansıtan kadim Hindistan, İngiliz emperyalizminin işgaline kadar uzun bir zaman boyunca Müslümanların kurduğu hükümdarlıklar altında yaşamıştır. Ülke tarihinin bu döneminde Hindistan halkları bir yandan köhnemiş kast sisteminin oluşturduğu boyunduruktan özgürleşme imkânı bulmuş, diğer yandan da tarihî süreç içerisinde önemli oranda İslamlaşmıştır. Ancak, maalesef kadim Hindistan’ın da süreç içerisinde iç direncini yitirerek çözüldüğü görülmüştür…

Islahatçı İmam Şah Veliyullah Dehlevi ile ekolüne mensup ulemanın öncü katkılarıyla yapılan ve İngiliz emperyalizmine karşı Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı olarak kabul edilen 19. Yüzyıl’daki direniş çabaları çeşitli nedenlerden dolayı sonuçsuz kalmıştır. Ancak, buradan oluşan motivasyonla beslenen, ama daha ziyade Afgani-Abduh çizgisiyle temas kuran Ebul Kelam Azad, emperyalizme karşı bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinin İslami cenahtan öncü ismi olmuştur. Ne var ki, çözülme dâhili ve hârici faktörlerden kaynaklı olarak çok boyutlu ve de derin idi… Nihayetinde emperyalistler tarafından istismar edilen Hindu ulusal bilinci homojenleşerek Müslümanları kendisinin ötekisi olarak görmüş ve Hindu faşizmi kadim Hindistan’da fikrî ve siyasal bölünmenin ilk tetikleyicisi olmuştur.

Hindistan ve İngilizlerden destek alan ayrılık yanlısı seküler-sosyalist Bengal milliyetçiliğinin zaferiyle sonuçlanan Bangladeş’in devletleşmesi ve müteakiben Pakistan’la birlikteliği savunan kesimlere karşı girişilen siyasal izolasyon siyaseti, iki farklı gelecek tasarımına sahip olan siyasal-ideolojik çizgilerin yansıması olmaktadır. Halklar arasındaki doğal ayrılıklardan doğan hakları İslam kardeşliği ve adaletinin sunduğu ölçüler çerçevesinde birlikteliğe dönüştürme ve ortak-birleşik bir gelecek inşa etme öncelikli İslami tavır ile Bengal milliyetçiliğine yaslanan ve Bangladeş’i seküler-sosyalist bir doğrultuda inşa etmeyi amaçlayan tavır…”

BÖLÜNMENİN MÜSLÜMANLARA GETİRİSİNİN MUHASEBESİNİ YAPMAK

“İki asrı aşkın bir süre boyunca İngiliz emperyalizminin işgali altında kalan kadim Hindistan’ın, Pakistan-Hindistan şeklinde bölünmesinin acı sonuçlarını, başta bugünkü Hindistan ve Pakistan ulusdevletleri olmak üzere ikisi arasında sıkışan Keşmir doğrudan; Afganistan, Burma gibi bölgeler de dolaylı olarak halen yaşamaktadır… Bölünmeyle birlikte ortaya çıkan Pakistan devletinin doğuda ve batıda iki ayrı bölgeye yerleşmiş, arasında binlerce kilometre uzaklığı olan garip bir yapıda olması, 25 yıl sonra Doğu Pakistan’ın Bangladeş’e dönüşmesi sonucunu doğurdu.

Etnik milliyetçi bölünme taraftarlarının Müslümanlara siyasi açıdan neler vaat ettiği sorusunun cevabı şimdilerde Bangladeş’te idamlar olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsani ölçekte bölünmenin nelere mal olduğunu ise, gerek ülkelerin kendi aralarında yaşamakta olduğu savaşlar gerekse iç çatışmalar, kanlı darbeler, dibe vuran yoksulluk ve sefalet, eğitimsizlik gibi yürek yakan hususlar özetlemektedir.

O dönemde Pencap’ta paralel milliyetçiliklerin sebep olduğu mücadele çok kanlı boyutlara ulaşmış; 250 bin insan hayatını kaybetmiş, 10 milyon insan da yer değiştirmek zorunda kalmıştı. Tüm Hindistan’daki kayıpların 500 bin olduğu, Bangladeş’tekiler de dahil edildiğinde verilen kurban sayısının 1 milyonu aştığı tahmin edilmektedir.”

BANGLADEŞ SİYASAL YAPISINDA İSLAMCILARIN KONUMUNU TESPİT ETMEK

“Hasina’nın aileden gelme karizmatik önderliği altında şekillenen ve ‘Büyük Koalisyon’ şeklinde tanımlanan bu hâkim blok, kendisine rakip ve hattâ düşman olarak İslamcıları görmektedir. Rakiplerini siyasi alandan izole etmenin bir aracı olarak da bağımsızlık mücadelesi sürecindeki eski defterleri sürekli açma yolunu tutmaktadır. Bangladeş’in siyasi elitleri, rakiplerini pasifize etmek için intikamcı bir mantıkla davranmaktan ve bu eski defteri sürekli olarak bir şantaj aracı kılmaktan geri durmamaktalar. Şunu da belirtmekte yarar var ki seküler ulusçuluk, sosyalizm ve İslam/cı karşıtlığı paydasında birleşen bu hâkim unsurlar yalnızca İslamcıları değil, yanı sıra muhafazakâr-milliyetçileri de aynı tehdit konseptinde değerlendirmektedir. Bu nedenle İslamcılara atılı suçlamaların aynısını, muhafazakâr-milliyetçi Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) isimli oluşuma da teşmil etmektedirler.

Cemaat-i İslami’nin Bengal bölgesindeki varlığı Bangladeş ulusdevletinin kuruluşundan daha kadimdir. Liderliğini uzun bir dönem boyunca İslam dünyasının tanınmış aydınlarından Gulam Azam’ın yaptığı Bangladeş Cemaat-i İslami’si, ‘bağımsızlık savaşı’ olarak tanımlanan süreçte daha sonradan işbirlikçi, hain vb. suçlamalara maruz kalabileceğini de göze alarak ilkesel davrandı ve etnik Bengal milliyetçiliğine itibar etmedi. Bağımsızlık sonrası, bugünkü başbakan Şeyh Hasina’nın babası Mucibur Rahman’ın önderliğini yaptığı Avami Ligi tarafından yasadışı ilan edilen ve liderleri Pakistan’a sürgüne giden Cemaat-i İslami, Mucibur Rahman’ın 1975 yılında devrilmesi ve General Ziyaur Rahman’ın yönetimi devralması sonrası yeniden yasal bir parti haline gelmiştir.”

BENGAL MİLLİYETÇİLİĞİNİN İSLAMCILARA ARMAĞANI: “İHANET-İ VATAN”LA YARGILANMAK!

“1973’te Pakistan askerlerinin yargılanması için ‘1973 ACT’ yasası çıkartılmış. Bu yasa gereğince 195 Pakistan askeri yargılanmış ancak 1974’te Pakistan’ın Bangladeş’i tanıması üzerine bunların tümü serbest bırakılarak dosya kapatılmıştır. Sonrasında ise Cemaat-i İslami ve bölünme karşıtı diğer muhaliflerin siyasi izolasyonu amacıyla ‘ihanet-i vatan’ dosyası tedavüle sokulmuştur.

Pakistan, Bangladeş’i 1974 yılında tanımış, bağlı olarak yargılanan Pakistan askerleri de genel af sonrası ülkelerine gönderilmişlerdir. Ancak bu ‘ihanet-i vatan’ dosyasının bu kez açık bir siyasi rövanşizm edasında Cemaat-i İslami’nin de içerisinde bulunduğu muhalefet aktörlerinin etkisizleştirilmesi amacıyla yeniden tedavüle sokulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, ‘ihanet-i vatan’ davasından yargılananlar ana muhalefet partisi BNP ve Cemaat-i İslami partisi yöneticileri, eski bakan ve milletvekilleridir. 91 yaşında olan Gulam Azam dışındaki sanıklar, bu savaş esnasında henüz öğrenciydiler.

Süreç boyunca Bangladeş’te muhalefette bulunan Cemaat-i İslami Partisine üye 16 binden fazla Müslüman’ın gözaltına alınmış, gözaltında işkenceye maruz kaldıkları, hattâ kayıpların gerçekleştiği basına da yansımıştır. Yerel ‘Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’, 1973 yılında Pakistan subaylarının yargılanması için kurulmuş ve aradan geçen 38 yıldan sonra da, katliamı bizzat gerçekleştirdiği ileri sürülen Pakistan ordusunun subaylarına değil de, Bangladeş vatandaşlarına (özellikle politik şahsiyetlere) yönelik işletilmektedir. Oysa ki, bu gerekçeyle aradan geçen süre zarfında söz konusu şahıslara bir suçlamada bulunulmamış ve yargılanmamışlardır. 2009 yılında bu kanun Parlamento tarafından yapılan değişiklikle günümüzdeki haline getirilmiştir.

Bangladeş örneği, iktidar durumundaki etnik milliyetçiliğin, tabiatı gereği anasyonel (yani ulusdevletten öte ulus fikrinin bizzat kendisine karşı) olması gereken İslamcılara kendi özgün toplum, sistem ve gelecek tasarımından vazgeçip hâkim sistemin öngörülerine teslim olmayı, değilse kendisine kolay kolay hayat hakkının tanınmayacağının acı bir örneği oldu. Laik-ulusçu zorbalığın İslami hareketlere gelecek namına vaat ettiği tek şeyin nihai kertede yok edilmekten başka bir şey olmadığını bir kez daha gösterdi. Şüphesiz Bangladeş’teki Cemaat-i İslami davası bu yönüyle çağdaş İslam coğrafyasında ve hassaten de ülkemizde süre gelen birçok yerel-bölgesel soruna da ışık tutar niteliktedir. Bu noktada Cemaat-i İslami ile Bangladeş devleti arasındaki gerilim, tarihî İslam coğrafyasının enkazı üzerinde kurulan halkı Müslüman devletlerde yoğun olarak yaşanan ve çoğu da etnik farklılıklardan kaynaklanan sorunlara karşı nasıl bir yaklaşıma sahip olunması gerektiği sorusunu da bir kez daha gündemleştirmektedir.”

BİRLİKTE VAR OLMAK YA DA KARŞILIKLI YOK OLMAK!

“Dün Hindistan’ın bölünmesinin en büyük zararı Müslümanlara oldu. Gandi ve Azad’ın endişeleri haklı çıktı. Milliyetçi Müslüman Birliği’nin ayrılık/bölünmeden yana ısrarı ve bunu körükleyen Hindu faşizmi, halklar arasında duygusal kopuşu hızlandırdı. Ayrılık sürecine doğru taraflar arasında yoğunlaşan çatışmalarda on binlerce insan öldü. İki devletli formülde karar kılındı, ama bu, bölge halklarına ne getirdi? Hiçbir zaman dinmeyen istikrarsızlık… Bu sebeple, genel anlamda Hindistan-Pakistan, daha özelde ise Bangladeş deneyimi çoğulcu zeminlerde esas olanın birlikte var oluş mu yoksa etnik kopuş mu olduğu tartışmasına hayati önemde bir kılavuz işlevi görmektedir.

Ya beraber var olacak; eşit, adil ve özgür bir geleceği birlikte tesis edeceğiz ya da her iki durumda da karşılıklı/birlikte mahvolacağız!”

Kaynaklar:

1) Haşim AY; Bangladeş ve Cemaat-i İslami Pratiği, Haksöz Dergisi, Sayı: 274, Ocak 2014.

2) , 07.01.2016.