Balkanlara yolculuk-2 KAVALA

Abone Ol

KAVALA

Kavala Ege Denizi sahilinde girintili çıkıntılı güzel bir şehir. 500 yıl Osmanlı beldesi olan Kavala’da o döneminden kalma camiler ve medreseler kilise ve müze olarak kullanılıyor. Bunlardan bir tanesi de Pargalı İbrahim Paşa Camii. Kavala’nın girişindeki su kemerleri İstanbul’daki su kemerlerine benziyor.  Su kemerlerini geçince kale dikkatimizi çekiyor. Kalenin duvarında bir Kıbrıs haritası var ve üzerinde unutmayacağız yazıyor.  Bu şehir Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın doğduğu yer. Yunanlılar şehirlerin Türkçe isimlerini Yunanca’ya çevirmişler ancak Kavala’yı çevirmemişler. Acaba Mehmet Ali Paşa Osmanlıya sorun çıkardığı için mi Yunanlılar ona sahip çıkmışlar? Hatta at üstünde bir heykelini de dikmişler.

Koy şeklinde limanda bir tur atıyoruz. Bu liman Osmanlı döneminde en çok tütün ihracatının yapıldığı yermiş. Tütün üretimi sayesinde şehir oldukça zenginleşmiş.  Limanda bulunan katarlı turist taşıyan arabalara binerek şehir turu yapıyoruz.  Daracık sokakları eski tarihi evleriyle bana birazcık Beyoğlu’nun arka sokaklarını hatırlattı.

Kavala denince akla kurabiye geliyor. Buraya gelip de kurabiye almadan geçmek olmaz. Ancak tecrübeliler yolumuzun üzerinde kurabiyesi meşhur olan bir satış yeri olduğunu söylediler. Biz de tavsiyeye uyuyoruz.  Şehrin dışında oldukça kalabalık bir turist heyetiyle hilal şeklinde badem ezmeli hamur üzeri unlu kurabiyelerden alıyoruz.  Ee… tadına bakmadan olmaz. Bir pakette kendimize alıp orada test ediyoruz.  Lezzetine diyecek yok.

SELANİK

Kavala’dan Selanik’e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Zaman zaman sahilden bazen içerden göl kenarından güzel manzaralar eşliğinde yaklaşık 2,5 saat kadar bir yolculukla İzmir’e benzetilen liman şehri Selanik’e varıyoruz. Selanik’e vardığımızda gece olmuştu şehri göremeden doğru otele yönlendik. Gene de Haluk hoca ara sıra bilgi vermeye devam ediyordu.  Bir eski köşkün önünden geçerken burasının Sultan ll. Abdülhamit’in sürgünde konakladığı Alatini Köşkü olduğunu ifade etti.  Dikkat nazarıyla baktımsa da gece çok net bir fotoğraf gördüğümü söyleyemem. Yarın gündüz gözüyle gelip görmek ümidiyle önünden geçtik.

BEYAZ KULE

Ertesi gün ilk iş sahile iniyoruz. Bu sahilde İzmir’de ki gibi Selanik’in kordonu. Uzun bir sahil bandı var ve arkasında sıralı apartmanlar bulunuyor. Sahile damgasını vuran, sembol eser Beyaz Kule.  Kordondan yürüyerek Beyaz Kule’ye varıyoruz. Bu silindirik şekilli kule 30 metre yüksekliğinde.  6 katlı kuleye geniş merdivenlerle çıkılıyor. Kulenin tepesinden bütün Selanik’i görmek mümkün. Osmanlı burayı kale, kışla ve zindan olarak kullanmış. Aslan (Kule-i Esed) olarak bilinen bina Yunanlılar tarafından beyaza boyandığı için Beyaz Kule adıyla anılıyor.

Selanik Yunanistan’ın Atina’dan sonra ikinci büyük şehri. Tarihi çok eskilere gidiyor. İsmini de İskender’in kız kardeşinden alıyor. Osmanlı döneminde çok önem arz eden şehirlerden bir tanesi. Türk, Rum ve Yahudiler bu şehirde uzun süre beraber yaşamış.  Osmanlı’nın son döneminde bir ticaret şehri olarak gelişmiştir. Osmanlı’nın son döneminde Selanik üç önemli olay nedeniyle anılmaya değer;

Sultan ll.Abdülhamit’in sürgünü,Mustafa Kemal’in doğduğu şehir olması,İttihat ve Terakki’nin önemli bir merkezi olması.

1-Sultan ll. Abdülhamit Han İttihat ve Terakki tarafından tahttan indirilince 1909 yılında Selanik’e sürgüne gönderilir. Selanik’te Alatini köşkünde çok sıkıntılı günler geçirir. Biz 3 katlı büyük köşkü dışarıdan gördük içine girme vaktimiz olmadı.  İttihatçılar hatalarını anlarlar ve yaşanan gelişmelerle ilgili sultanın görüşünü almak isterler. Ancak sultan burada hapis hayatı yaşamaktadır ve gelişen olaylardan haberi yoktur. 3 yıldan fazla süre burada kalır. Balkan savaşları nedeniyle Selanik sıkıntıya düşünce sultanı İstanbul’a naklederler. Sultan bunu duyunca çok üzülür ve Selanik’in İstanbul’un anahtarı olduğunu ifade eder. Sultan ll. Abdülhamit Han Beylerbeyi Sarayına getirilir ve ölünceye kadar burada yaşar.

2- Mustafa Kemal 1881 yılında Selanik’te doğar. İlk mektebi burada okur. Bu gün Mustafa Kemal’in doğduğu ev müze olarak kullanılıyor. Türkiye’nin Selanik Başkonsolosluğu’da burada. Başkonsolos heyetimize bahçede küçük bir resepsiyon veriyor. Türkiye ve Yunanistan ilişkileri üzerine sohbet ediyoruz. İki komşu ülke olmamıza rağmen ticari ilişkilerimizin zayıflığına vurgu yapıyor. Resepsiyondan sonra Mustafa Kemal’in doğduğu üç katlı tipik Türk evini ziyaret ediyoruz. Müzede sergilenen fazla eşya yok. Genellikle evlerde kullanılan eşyalar kendi mekânlarında sergilenmiş. Duvarlarda döneme ait tarihi bilgilerin yanı sıra resimlerde sergileniyor. Heyetin ısrarları sonucu hatıra defterine günün anısına not düşmek bana kalıyor.

3-Selanik’te 1906 yılında Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurulur. Bu cemiyet daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle birleşir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden Talat Paşa Selanik’te posta memurudur. Talat Paşa Selanik Mason derneğine üye olur. İsyan eden Enver Paşa’yı Selanik’te görkemli bir merasimle karşılar. Bu cemiyet uzun süre devleti yönetir. Osmanlı devleti İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetiminde iken batar.

İttihat ve Terakki’nin kudretli paşalarının akıbeti acı olur; Talat Paşa Berlin’de, Enver Paşa Tacikistan’da, Cemal Paşa Tiflis’te öldürülür. Talat Paşa’nın Berlin’de bir Ermeni terörist tarafından öldürüldüğü tren istasyonun yakınında ki yeri gördüm.

Bir de çok sık duyarız ‘Selanik Dönmeleri’ diye. Kimdir bu insanlar diye biraz araştırdım. Aslen Yahudi olup Müslüman görünen ancak Yahudiler tarafında da kabul edilmeyen Sabetay Sevi’ye bağlı diğer ifadeyle ‘’Sabetaist’’ olan insanlar.  Dönmeler İslam tasavvufuyla da haşir neşir oluyor. Derin bir konu bir gezi yazısında içinden çıkılacak gibi değil.

Selanik’te açılan kitap fuarına katılıyoruz.  Çok büyük bir fuar değil, tek salonda etkinlikler yapılıyor. Selanik Belediye Başkanı Yannis Butaris’i ziyaret ediyoruz. Belediye başkanı enteresan adam, protokol filan umurunda değil. Başkan Türkleri çok seviyor. Selanik’te bir cami ve mezar yeri açmak istediğini ancak devletin buna izin vermediğini söylüyor.  Osmanlı döneminde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler ibadetlerini kendi ibadethanelerinde rahatlıkla yapabiliyorlardı. Osmanlı’dan 100 sene sonra çağdaş geçinen, Avrupa Birliği üyesi Yunanistan henüz o seviyeye gelemedi.

Selanik’te çok sayıda ecdat yadigârı eser var. Ancak bunlardan bir tanesini bile cami olarak değerlendiremiyoruz. İlk etapta gördüğümüz bazı eserleri sayalım: Hamza Bey Camii, İmaret Camii, Yeni Camii, Paşa Hamamı, Bey Hamamı, Pazar Hamamı… Selanik surlarından şehir görülmeye değer.

ATİNA

İstanbul Avrupa Kültür başkenti olunca ilk defa İstanbul için bir uluslar arası arenada bir iletişim kampanyası yaptık. Avrupa başkentlerinde tanıtım çalışmaları organize ettik. Bu çalışmalardan bir tanesini de komşu ülke Yunanistan’ın başkenti Atina’da yaptık. Bu çalışmaların içerisinde medyada tanıtım çalışmaları, açık hava ilanları, konserler, sergiler, belgesel çalışmaları, sanatçı buluşmaları yer alıyordu.

Böyle bir program nedeniyle ajans yetkilileriyle beraber Atina’ya gittik. Atina’da bizi belediye başkan yardımcısı bir hanım efendi karşıladı. Şehirde Türk müziği konserleri verildi. Atinalılar bizim müziğimize yabancı değiller. Uzun yıllar beraber yaşadığımız bu coğrafyada o kadar iç içe geçmişiz ki birbirimizden aldığımız çok şey var. Türk müziğinin ünlü bestekârları arasında çok sayıda Rum vardır. Sadece Rumlar mı? Ermeni, Yahudi bestekârlar Türk müziğine hizmet etmiştir. Dönüp geçmişe bakıyorum müthiş bir mozaik, ahenk ve uyum. Herkes dininde dilin de ve sanatında serbest. Atalar bunu nasıl başardı? Bugün bizim toplum olarak bu hoşgörüyü göstereceğimizden emin değilim. Hele Yunanlıların bunu sağlaması imkânsız; İstanbul’da cemaati olan kiliseler ibadete açıktır ancak Atina’da bir tane açık cami yoktur. Hatta dünyada ibadete açık camisi olmayan tek başkentin Atina olduğunu biliyorum.

Atina Belediyesi ekibimize akşam yemeği veriyor. Sohbet ortak yaşamaya dair. Çok fazla hatıra var herkeste. Atina çok eski bir şehir hatta bu gün ki batı medeniyetine kaynaklık etmiş bir kültür havzası. Haritaya baktığınızda Türkiye’nin batısında yıkanmış elden düşen su damlaları gibi Ege Denizi’ne serptirilmiş binlerce adadan oluşuyor, Yunanistan. 11 milyonluk nüfusun 4 milyonu Atina’da yaşıyor. Atina, mitolojinin şehri, burada tanrılara dair ilginç hikâyeler var. Tabii olaya başka bir perspektiften bakarak da kendinize ders çıkarabilirsiniz. İlahi vahye mazhar olmuş adını bilmediğimiz bir peygamberden sonra ümmetin putperest olmuş halinin hikâyelerini dinliyoruz, okuyoruz. Bizi dolaştıran rehbere bu konuyu sorayım diye içimden geçirdim ama anlaşamayacağımızı düşünerek vazgeçtim.

Hediyelik eşyalar satan bir çarşıda dolaşıyoruz. Sokakta dolaşanlar, satıcılar çok tanıdık geliyor. Sıcakkanlı, güler yüzlü insanlar… Yürüyerek Monastiraki Meydanına geliyoruz. Meydanın tam ortasında kubbeli bina gözümüze çarpıyor. Bu meşhur meydanın sembol eseri Osmanlı’dan kalma bir camii, sanat galerisi olarak kullanılıyor. 1759’da Atina’nın Hıristiyan yöneticisi Çesteraki tarafından yapıldığı için bu adı almıştır. Bunun dışında bir de Fetih Camii mevcut. Yunan Parlamentosu cami yapımı için izin çıkardı. İnşallah bu iki camii ibadete açılır ve Müslümanların ibadet edeceği bir mekân olur.

AKROPOLİS

Atina’nın her yerinden görülen adeta Yunan mitolojisinde ki inanca göre şehri ve halkı gözetleyen bir konumda. Akropolis’te çeşitli tapınak kalıntıları var. Bunların başında Parthenon tapınağı geliyor. Bu tapınak şehrin koruyucusu tanrıça Atena adına yapılmış. Büyük oranda tahrip olan anıttan daha çok sütunlar kalmış. Sokrat’ın Platon’un yaşadığı yerler burası. Odeon Tiyatro’su da bütün görkemiyle ayakta. Akropolis Müzesi’de görülmeye değer; eski dönemlere ait heykeller, anıt eserler burada sergileniyor.

Sonra meşhur Pire Liman’ına geçtik ve bir balık lokantasında Atina seyahatimizi tamamladık. Yunanistan 400-500 yıl beraber yaşadığımız zihinlerimizden uzaklaşmış ama coğrafya olarak komşu olduğumuz bir ülke. Perdeyi kaldırınca arkada konuşacak koca bir tarih var.