Babanın suçu evlada miras kalmaz

Abone Ol

İnsan dertleriyle vardır kari, acılarıyla ve yaralarıyla vardır. Yaşamak biraz da acı çekmek demektir onun için. Kime sorsan, kiminle konuşsan herkesin muhakkak ki gönlüne keder salan bir derdi vardır. Ve bence olmalıdır da. Bazıları sadece senin gönlüne gam olur ama bazı dertler vardır ki topyekûn bütün herkesin sinesini acıtır. Sanki kim varsa hepsinin bedenini yaralar. Her birimizin içini kavurur bazı acılar. Öyle olmuştur geçmişte ve öyle olması da gerekir. Zira öyle olduğu vakit kardeş olunur ve kardeş olunduğu vakit millet olunur.

Biz bir yerde hata yaptık kâri. Bence ilk ve en büyük hatamız bu oldu. Kardeşlik denen sırrı unuttuk, uhuvvet denen düğümü bozduk ve ondan sonradır ki dağıldık ve koptuk. Selim Han’ın “bir kuru kavga imiş” dediği dünyanın hilelerine kandık, onu bizimdir sandık ve bizim olsun diye kardeşlerimizden bile caydık. Bence gönül tespihimizin imamesi kardeşlikti. Ve onu kopardığımız zaman ya da koparıldığı zaman geriye her ne kaldıysa hepsi yerle bir oldu. İşte bize ne olduysa ve nasıl olduysa ondan sonra oldu.

Şimdiyse her biri bir yana dağılmış taneler gibiyiz. Her birimizin ayrı kıymeti vardır, doğru lakin bir araya gelmezsek manası yok. Zira tek taneden tespih olmaz, tek tuğla duvar olmaz. Birbirimizi tanımıyor, bilmiyor ve yalan söylemeyelim sevmiyoruz. Yoksa bunca merhametsizlik olmazdı âlemde. Ya da en azından bizim memleketlerimizde olmamalıydı. Biz böyle yaşamaz, yaşayamazdık. Evvel vakitte böyle değildik, olmamıştık ve yapamamışlardı. Ama şimdi oluyor ve bunu yapıyorlar. O vakit şunu sormak gerekmez mi; ne oldu bize? Ne eksildi? Ne değişti? Ne kayboldu? Ya da neyi unuttuk? Unuttuğumuz şey en kısa haliyle tek bir cümledir kâri; “İnananlar kardeştir”

Biliyorum dert çekmek acı verir ve yaralanmış bedenden çok daha fazla sızlatır insanın içini. Lakin şöyle bir tarafı da var ki aynı derdi çekenler, aynı acıyla kederlenenler kardeştirler. Bunca sıkıntılı, dertli zamanlarda belki de en fazla sarılmamız gereken daldır kardeşliğimiz. Bilerek ve isteyerek söylüyorum ki, anasının kim olduğu, babasının nerede doğduğu, neye benzediği ve nereden geldiği düşünülmeden ellerimizi kenetlemek gerekir. Gönüllerimizi almak için evvela gönül vermek gerekir. Zira gönüllerimiz birleşmediğinden ellerimiz birleşemiyor.

İhanette olana göz yummaktan bahsetmiyorum. Elbet ki tedbir almak, çare bulmak ve hak edene hak ettiğini vermek gerekir. Lakin bahsettiğim şey bir başkaca hal ki bir kişi yüzünden her kişiyi aynı saymamaktır. Zira babanın suçu evlada miras kalmaz.

“Fitne zamanında oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan daha hayırlı olacaklar” hadisi fehvasınca, biraz sükût gerek bize, biraz sükûn gerek. Yeniden bir kardeşlik ateşini tutuşturmak gerek. Ki zannımca asıl mesele o ateşin sönmeye yüz tutmasıdır.

Duam odur ki; Allah devletimizi de milletimizi de korusun ve fırsat vermesin fırsat bekleyenlere…