Allah insanlara rahmet olsun diye yağmur yağdırır iken, kasım gökyüzünü hızla griye boyuyor. Güneşte bu pusarık havada bulutların arasından sızmak için adeta fırsat kolluyor…
Boynunu karartmış bi kere herkes, eskisi gibi göğe bakanda yok…
Soğuk mu? İliklerime işlemiş, bet beniz Allah hak getire.!
Lakin benim içim yanıyor…
Boş gözlerle, gel gel diye toprağın çağırdığı solgun yapraklara bakarken,
Anladım ki benim için artık bundan böyle her şey yarım.
İnsan yaşamaktan yorulur muymuş ..!
Hayatın üstüne üstüne geldiğini hissederse
Evet, yorulurmuş…
Sahi o, sen güçlüsün diyenler şimdi neredeler?
Doğrusunu yanlışını düşünmeden yol alıp, en azgın dalgalarla ölesiye boğuşmak,
Yaşamın muhasebesini yapar iken bir türlü kapayamadığımız hesaplar..
Anladım ki hepsi kocaman bir yalanmış.!
Hani burnunu sızlatan, gözlerini dolduran bir özlemle susar ya insan… Kalbi kafesine dar gelip sıkışır da, dudakları çatlar ya susuzluktan.. Bazen öylece susar işte insan, oysa söylenecek bir çuval dolusu sözü varken…
O vakit bir nefes alımlık şu yalan dünyada artık bende sustum..
Ve artık tarifi mümkün olmayan bir yalnızlıkla baş başayım.
Lakin daha çok özlüyorum.!
Günler, haftalar hızla geçiyor…
Her şey geçip gidiyor hayatımdan, alışılırsın diyorlar fakat sensizliğe alışılmıyor be BABAM…
Düğümlenen boğazım, akan göz yaşlarım şahit ki; seninle birlikte olduğum o masum günlerin, o güzelim anların değerini ne kadar da hoyratça harcamışım…
Evet şimdi çok daha iyi anladım…
Babasız kalmak evet ‘’orduda komutansız, fırtınada limansız kalmakmış…’’
Yaşıma bakıp ta sakın beni kınamayın be dostlar… Bugün; yalnız, yapayalnızım. Gözlerimden yaşlar yine sessizce süzülüyor.. Haberi olmadan, farkına varmadan da ağlar mıymış insan…
Hani hep sen derdin ya baba; “Peygamber efendimiz (sav) dünyaya henüz teşrif etmeden kısa bir süre önce babasını, ana şefkatine doymadan, henüz 6 yaşında iken annesini, 8 yaşında da, yanında kaldığı, dedesini kaybetti diye..’’
Şimdi daha iyi anladım ki: “Kendisi de yetim büyüyen Peygamber Efendimiz (sav) hiç kuşkusuz yetimler için en büyük şerefmiş…’’
Evet! Kıymetli dostlar benim babam, adam gibi adamdı. Mangal gibi yüreği olan dağ gibi bir adamdı. Hani Allah’ı çok sevdiği her halinden belli olan kullar vardır ya, ha işte benim babam da işte öyle bir insandı. Dinine, vatanına, bayrağına, ailesine çok düşkündü. Bizleri hiç kimseye muhtaç etmediği gibi, ayaklarımızın üzerinde dimdik durmayı da o öğretti..
Nede çok isterdi kutsal topraklarda vefat etmeyi..! Öylede oldu Rabbim duasını kabul etti. Oysa iki ay önce Kâbe’ye yolcu ettiğimiz gün hiç çıkmıyor aklımdan. Bayram sabahına biran önce kavuşmak isteyen çocuk gibi mutlu ve bir o kadarda heyecanlıydı… “Allah bilir ya ben geri dönemeyeceğim oğul’’ diyerek yapmış aslında günler öncesinden vedasını lakin biz hiç üstüne kondurmamıştık…
Mekke’de Hac görevini ifa ederken vefat etmek ve o topraklarda Peygamber Efendimiz’e komşu olmak her kula nasip olmazmış…
Allah, sevdiği kulunu nede güzel mükâfatlandırırmış elhamdülillah…
Babama böyle mükemmel bir finali yaptıran, giderken bile bizleri gururlandıran Rabbime sonsuz şükürler olsun.
Yetim bir baba olarak, Allah seni bana unutturmasın canım babam… Biz evlatların senden razı idik, ne olur sende bizden razı ol. Mekânın cennet olsun.
Selam söyle…