Babalar ve oğulları, analar ve kızları

Abone Ol

Genç kardeşim!

Öncelikle işin/işimiz çok zor haber vereyim. Vakit, zamanın âhiri mi bilmiyorum. Ama evvel zamanlar geçeli çok oldu. İmanı kalpte taşımak, çıplak elde kor ateş tutmakla hâlâ eşdeğer. Fâsit dairelerden kurtulmak zor.  Bizi, içinde bulunduğumuz bu ahvâl ve şerâitten kurtaracak formülleri sıralamak isterdim. Lakin sözlerimin bizi düzlüğe çıkaracağından emin değilim.

At koşturduğumuz, volta attığımız her metre kare mayın döşeli. Önümüzdeki tuzaklardan birine düşmemiz an meselesi. Gözümüzü açmayalım diye anlattıkları masallar çok etkili ve çeşitli. Masalcıların niyetleri belli: Derin bir mahcubiyet içine çekmek istiyorlar bizi. Hep bir kâbus hali, istedikleri. “Utanmamız, utanmamız ve utanmamız” talep ettikleri. Çünkü ancak böyle bükebilecekler şahsiyetimizi. Bundan sebep her bir ferdimize her fırsatta “Aynaya bakmalı ve utanmalısın!” masalları anlatmaktalar. Meselâ kızlarımıza,  annelerinden farklı olmalarının lüzumunu işlediler uzun bir zamandır masallarının başında. Annelerimiz köylü, rüküş, kasabalı, bilgisiz, bir kadın olup çıktı bu masal dünyasında. Kızlarımız, anneleri gibi olacaklar diye kâbuslar görmeye başladılar rüyalarında. Kızlarının dinlediği müzikten hazzetmeyen, yabancı dil bilmeyen, yırtılmayana kadar eski elbisesini giymeye devam eden, elinden tespihi, dilinden duayı düşürmeyen, sosyal medyayı iplemeyen, hangi yazar ne yazmış takip etmeyen, her gelişmeden hayırlı bir netice temenni eden, kendi dünyasında huzur içinde bir hayat süren annelerimizden uzaklaşmaya başladı kızlarımız. Öyle ki birbirine tezat anne-kız manzaralarıyla dolup taşıyor sokaklarımız.

Oğullarımızın yaşadıkları kâbus daha vahim. Kendilerini anlamadığını iddia ettikleri, helalinden rızık kazanma telaşında, hayatı tekdüze yaşayan “eski kafa” bir baba. Ne basketbola yatkındır ne de rock and roll’a. Yerli film izleyen, Temel fıkralarına gülen, ders vermek için buyurgan bir dille nasihat eden, evlatlarından sevgiyle beraber saygı da bekleyen; oğullarımızın gözünde idam fermanı çoktan yazılmış, ayaklarının altındaki iskemle tekmelenmiş, idam sehpasında can veren bir baba. Oğullarımız izledikleri yerli dizilerdeki karizmatik ve her yönüyle tamamlanmış(!) “genç erkek” pozlarına bürünerek babalarına en afilli raconları çeker oldular. Yabancı dizi izleyenlerimiz, dizide “baba” bulamadıkları için kısa süreli bir boşluk yaşıyorlar. Hasbelkader baba olduklarında yaşayacakları kâbusun boyutlarını ise hiç kimse tahmin edemiyor.

Gençler! Yaşadığımız ve de muhtemel yaşayacağımız kâbuslardan kurtulmanın yolu gözlerimizi açıp uyanmaktır. Ve bu aslında çok da kolaydır: Annelerimize-babalarımıza, ninelerimize-dedelerimize dönüp bakmak. Onlardan utanmamak ve onları utandırmamak. Çünkü onlar; pala bıyıkları, aksakalları, paltoları, şalvar genişliğinde pantolonları, topuklarına düşen mantoları, sırtlarına aldıkları her mevsimlik hırkaları, namahremden sakındıkları bakışları, nasırlı elleri, dillerinde türküleri, sabahın seherinde sürdükleri hatimleri, her renge giden terlikleri, her ayakkabıyla giyilen elbiseleri, buğusu bile helal kokan yemekleri, haktan yana dilleri, şefkat dolu yürekleri ile bizi “biz”  yapan şeylere sahip son nesil.

Görünen o ki onlar ölünce geriye -en azından görüntüde- “biz” diyebileceğimiz kimsemiz kalmayacak. Dünyanın en kuzeyinden en güneyine, en doğusundan en batısına her bir insan evladı, üç aşağı beş yukarı daha önceden planlanan bir şekle sokulmuş olacak. Şimdilik dış görünüşü ile, bir sonraki merhalede her şeyiyle.