Az ile yaşamak

Abone Ol

Çok söylenen ve bilinen sözdür; “insan elindekinin kıymetini kaybettiğinde anlar” demişler. Eskilerin söylediği pek çok sözde olduğu gibi bunda da bir hikmet var elbette. Hakikatli söz. Lakin sözün hakikatini dahi anlamamız için onca yapabildiğimizi istesek de yapamaz hale gelmemiz gerekiyormuş. Yani sözün bile kıymetini kaybedince anlarmışız.

Birkaç zaman evvel bir ağabeyimle muhabbet ederken “anlamak için yaşamak gerekir” demişti. Doğru söylemiş. Yaşadıkça anlıyor insan ve “anladım” demek de anlamak manasına gelmiyor. İstediklerimizi yapamaz olunca yaptıklarımızı istemek zorunda kalıyoruz. Ve kaldık da yani yaşadık, yaşıyoruz ve anlıyoruz. Ya da anlamaya da mecbur oluyoruz.

Şimdi de öyle bir zaman, garip ve tuhaf aslında. Paran varsa bile gidip de harcayamıyorsun, vaktin var çıkıp da dolaşamıyorsun, derdin var bir dostunun yanına sığınır gibi gidip de anlatamıyorsun. Yapamıyorsun yani diğer vakitlerde yapmak için çabaladığın neredeyse hiçbir şeyi. Hayatının en mühim meselesi gibi gördüklerini yapamıyorsun. Ve tuhaf bunları yapmasan da yaşıyor, yaşayabiliyorsun.

Bu zamanlar bize azın da yeter olduğunu hatta azın da çok olduğunu öğretti. Bunu sadece aldıklarımız, verdiklerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz için söylemiyorum. Zamanın da kıymetini ve aslında ne kadar çok olduğunu ama bizim onu da israf ettiğimizi öğretti. Muhabbetin ne denli kıymeti olduğunu ve daha evvel bunu fark edemediğimizi öğretti, selam alıp vermenin, eşe dosta gitmenin ne büyük nimet olduğunu öğretti. Anlamadığımız, farkına varmadığımız onca çok şeyin içinde yaşamışız meğer ve şimdi o kadar çoğun azı hatta çok çok azı olsun diye dualar ediyoruz.

Kanaat denen şey sadece var olan mala mülke nimete değil de elimizdeki imkâna, fırsata da olmalı dedirtti bize. Gönlünce çıkıp da dolaşabilmek, bir dostunla eski bir kıraathanede oturup da bir bardak çay içebilmek, özlediğin bir ahbabına şöyle içinden geldiğince sarılabilmek mesela ya da bilmem hangi internet sitesinden değil de bir küçük sahaf dükkânında kitaplarını seçebilmek… Ya hu camie gidip iki rekât namaz kılabilmek… Ne büyük saadetmiş meğer.

Az ile yaşamayı öğreniyoruz sanırım. Azın da çok olduğunu ve diğer zamanlarda bize yetmez sandıklarımızın aslında israf olduğunu şimdi idrak ediyoruz. Bunu anlamak için bunca şeyi yaşamak zorunda mıydık bilmiyorum lakin bir musibetin anlattığını bin nasihat anlatamıyor diyenler de kitabın ortasından konuşmuşlar vesselam. Yani bu sıkıntılı günlerden de çıkaracağımız pek çok ders var. Ya da en azından olmalı. Her birimiz bu günler geçip de gittiğinde eskisinden farklı olarak çıkmalı evinden.

Bir cuma daha…

Hüzünlü, sessiz ve yalnız camiler…

Bir Ramazan cuması…

Ne diyeyim; hayırlı cumalar.