Ülkenin üzerine çöken kara bulutlara rağmen iyi şeyler söylemek lazım. Yanık sesleriyle türkü söyleyen köy çocuklarına çok ihtiyacımız var. Mustafa Kutlu’nun hikayelerine, Mecid Mecidi’nin filmlerine, Le Trio Joubran’ın müziğine ihtiyacımız var. Ruhumuzu emiyor resmen memleketin hali. Gündeme kapılıp gitmektense dâim var olan güzelliklere dalıp gitmeliyiz. Bir çocuğun gülüşüne, çiçeğin tomurcuğuna, karpuzun serinliğine, dedelerimizin sakalına, güneşin batışına ihtiyacımız var. Her gün yeni bir şey söyleyelim demiyorum. Hayır hayır bu zaten çok zor. Unutulmuş güzellikleri bulup ortaya çıkarıp onlardan bahsedelim istiyorum. Necdet Yaşar beyefendi’den suzidil saz semaisi’ni dinleyelim mesela yahut Yunus Emre’nin Adımız Miskindir Bizim’ini dinleyelim Mazhar-Fuat’tan. Ne var sanki biraz üzüm yesek? Hayır dünya umurumuzda olmasın demiyorum tabii ki, elbette olsun. İnanın ben de çok endişeliyim vatanım için. Aydın endişesi değil bu endişe hakikaten kaygılıyım fakat hepimizin iyiliği için “güzelliğin zulme çağırdığı sınır”a kadar zorlayalım diyorum. Hakan Albayrak bize hep Hayat’üs Sahabe okusun, Bekir Fuat anlatmaktan hiç bıkmadığı fıkrasını anlatsın; “Kayseri’de bir hanımefendi elinde köpekle AVM’ye girerken kapıdaki güvenlik görevlisi uyarır: Yinge, itinen dıkhmıyorlar.” Erem Şentürk o muhteşem kahkahasını atsın. Yüksel ablamız çay getirsin ve biz sayfaları hep yetiştiremeyelim böyle istiyorum. Ne var ki Star Gazetesinin önüne saatli bomba koyuyorlar, biz gerçek hayata dönüyoruz, cumhurbaşkanı cuma çıkışı açıklama yapıyor, o demiyor belki ama ben diyorum ülkece tedirginiz. Biri bize Hayber’in fethini anlatsın Allah aşkına! Kim olduğumuzu unutuyoruz.
Ülkemizi sevmeyen ne kadar insanoğlu varsa toplanmış topraklarımızda, Türkiye’yi bitirmeye çalışıyor. Yok yok analiz falan yaptığım yok. Ülke zaten analiz üstüne analiz yapanla dolmuş. Bir kişi fazlasını bile kaldıramayız.
Aslında şöyle bir yazlık sinemamız olsa çimlere oturup Cüneyt Arkın filmleri izlesek. Ama yok! Burası Türkiye ve ben romantik olamam öyle mi? Peki! O zaman hadi gelin çılgınlar gibi birbirimizi bombalayalım. Çok değişik bir motivasyon anlayışımız var galiba. Canımızın bu kadar sıkılışının sebebi neşesizlik, aşksızlık, imanlık. Kimseyi tekfir ettiğim yok. “Zalimin zulmu sevenin Allah’ı var ul*n!” dediğinizi duyar gibiyim. İmansızlık derken kendimize vakit ayırmayışımızdan, ayıramayışımızdan bahsediyorum. ” Kendini bilen rabbini bilir.” Biz kendimizi tanımıyoruz. Biz kimiz? Burada ne yapıyoruz? Biri bize Gesi Bağlarını söylesin Allah aşkına! Hikayemizi unutuyoruz. (Yazının ortasında çok acil not: “En çok ben kendimi tanımıyorum, beylik laflar ettiğime bakmayın”)
Neşelenmek demişken neşe, güzel muhabbetten doğar. Zaten muhabbet güzeldir, kaynağı hubdur, sevgidir. Sevmeyen de üzülmeyen de alçaktır. Ben demiyorum, onlar diyor. İnanmayanlar, umutsuzlar, korkaklar alçaktır. Muhabbete, inanmaya, ümit etmeye çok ihtiyacımız var. İki rekat namaz kılıp kendimize gelmeye çok ihtiyacımız var. Sana, bana çok ihtiyaç var. Birileri muhabbet halkaları kursun Allah aşkına! Neşeyi unutuyoruz.