Sokaklarda, meydanlarda, sosyal medyada, ekranlarda vıcık vıcık sevgi sözleri; mart kedileri gibi aşk oyunları, meşk soyunmaları…
Herkes aşk kadını, herkes aşk erkeği; herkes en manyağından âşık, herkes en cesurundan maşuk…
“Aşk” için TDK’nin sözlüğünde, “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” diyor. Kubbealtı Lügati ise “Bir kimse veya bir şeye karşı duyulan çok kuvvetli sevgi ve bağlılık, aşırı muhabbet” şeklinde veriyor anlamını.
Günümüzde ise özellikle sosyete camiasında ve onları örnek alan modern dünya görüşünü benimsemiş olanlarda ve kendilerini muhafazakâr diye tanımlayanların sonradan görme kesiminde aşk çoktan ayağa düştü.
Âşığım diye gezenlerde ve adına aşk dedikleri o ne menem bir şey olduğu anlaşılamayan şeyde bırakın aşırısını, sevgiye rastlamak mümkünsüz. Varsa yoksa hayvani bir şehvet!.. Şehvetinin peşinde hayvanlar gibi koşanlar… Ne bir kutsal tanıyorlar ne utanıp sıkılıyorlar ne de erteliyorlar azgın nefislerinin arzularını…
Televizyonlarda, sosyal medyada sanatçı diye gösterilen ama ortaya vücudundan başka sanat adına hiçbir şey koyamayanların (o da Allah’ın sanatı, kendilerinin herhangi bir katkısı yok) özel hayatlarıyla (herkesin önünde yaşanınca nasıl özel oluyorsa) sürekli gündeme getirilip örnek şahsiyet/siz/ler olarak sunulması ve yaşadıkları aşkların(!) ballandırıla ballandırıla anlatılması, milletimizin ahlakını, ahlak algısını, aşk anlayışını kökten sarsıyor.
Bir manken, şarkıcı, televizyoncu, iş adamı (adamlık lafın gelişi) vb. biriyle ilgili bakıyorsunuz bir haber: Falanca kişiyle yaşadığı aşk bitti, falanca kişiyle aşk yaşamaya başladı.
Aşk??? Hani aşk, “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” idi. Nerede sevgi? Ya bağlılık duygusu???
Biz buna aşk, yaptıklarına da aşk yaşamak demiyoruz. Ortalama ahlaka sahip her TC vatandaşı için -bakın dindar değil- yaptıkları zinadır ve yaşadıkları da ahlaksız bir hayattır. Ya hu aşk olsa bir kutsallığı olur, insan birine âşık olunca ona bağlanıp onda bağlı kalmaz mı? Diyelim ki şartlar ayrılmalarını gerektirdi, o bir kişiyi unutabilmek için uzunca bir zaman geçmesi gerekmez mi?
Kucaktan kucağa yaşanan aşk olur mu? İnsan için aşkın, sevginin, âşık olunanın, sevilenin bir farklılığı olur?
Mart kedisi gibi ciyak ciyak aşk yaşar mı ar, namus, utanma, hayâ sahibi bir insan?
İnsan; sevdiğini, sevdiğiyle yaşadığı özel şeyleri genele açıp reklam eder mi, aşkını ve âşık olduğunu ayağa düşürür mü?
Yine son yıllarda iyice artan bir durum: iki kişi birlikte yaşıyor, evliliğin bütün gereklerini yerine getiriyor ama nikâh kıymaya gelince iki taraf da yanaşmıyor. Niye? Nikâh sorumluluk almak demek çünkü… Bunlar birbirlerinden her türlü hazzı alıyorlar ama birbirlerinin sorumluluğunu al/a/mıyorlar. Sorsan âşıklar… Ancak ilk olumsuzlukta ayrılıp -hatta çoğu zaman ayrılmadan- hemen bir başkasıyla aşk yaşama(!) devam ediyorlar. Genelde de çocuk sahibi olacaklarsa nikâh kıyıyorlar, gerçi onu bile yapmayan çok… Nikâhsız doğan bu çocuklar ne oluyor? Hemen yanlış anlamayın, tabii ki AŞK ÇOCUĞU!..
Ne diyelim, al aşkını sok gözüne gözüne!..
LÜTFEN!.. Yalnız televizyon, sosyal medya, umum âşıklarından küçük bir ricam var: Lütfen yaşadığınız bu aşkları(!) Leyla, Mecnun; Ferhat, Şirin vb. kıyaslamayın. Mevlanaları, Şemsleri, Yunus Emreleri, Divan Edebiyatı şairlerini, onların temiz sözlerini bu aşklarınız(!) için kullanıp kirletmeyin.