Hakikat adlı kitabın sayfalarında kaybolmadan, aşk anlaşılmaz.
Aşkın içindeki aşkı görmeden yaşamak, hep kıyıda kalmak gibi bir şeydir. Kıyının dev isimleri olmak için, çırpınan ne çok kişi var öyle.
Kıyıda ahkâm kesmek kolay tabii. “Züleyha’nın, Ferhat’ın, Leyla’nın aşkını istiyorum” diyenler, ne çölü biliyor ne de dağı.
Ne engel terk edilebiliyor, ne aşılmak için çaba sarf ediliyor. Bu çağın aşkları da ürkütücü. Bu çağ aşkı, şehvet paketine sarmış. Ne acı bir manzara. Birçok şeyden utanmak için çok geç değildir umarım.
Şımarık, maceracı, nefis düşkünü olanlarda aşk; zevk ve haz boyutundadır. Aşk, cevabını sadece bedenden alır.
Bu hedonistlerin, aşkı kullanan bencillerin oluşturduğu sanat, ilim, kültür cephesinden fayda değil, zarar gelir. Hep dumanlı yokuşlar, hep serserilik ve zevk kumaşını işleyen hainlik.
Üst perdedeki isyan figürü de gizlenmez. Sokaklarda kaybolmayı, marifet sayan bu uyuşmuş zihniyet; yeni nesle, hileli bir aşk kapısı emanet etti. Geçmiş olsun bize.
Geleceğin aydın geçinen zihniyeti, uçların aşkıyla savaşacak. Yarınlar umuttu, yarınlar şimdi endişe mi? Hayır, bizim temennimiz geçmişin temiz sayfasında filizlenecek bir yarın.
“Mukaddes emaneti ne yaptınız, diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…” Necip Fazıl’ın haykırdığı gençlik, yarınların mimarı olmalı.
Yazılanlar, resmedilenler hep aşka dairdir içinde bağlılık yok, vefa yok. Öyle bir aşk masalı ile kapladılar ki zihinleri içinde ihanet olmayan aşk, aşk değil artık. Masalların prensleri ve prensesleri, kibir. Hastalıklı aşk ile uyuşturulmuş toplumlarda, güven aramayınız.
Victor Hugo’nun dediği gibi: “İçimizdeki kötülüğün kalesi olan kibir.” İşte aşkın ziyan kapısı burası.
Evet, aşkı anlıyor-muş gibi yapan samimiyetsizlerin aşk nutukları ile kirletilmek istemiyorsak, aşkın gerçek manasını sahiplenelim.
“Dua, sadece ihtiyaçlarımızı elde etmek için bir araç değildir, aynı zamanda bir aşk tecellisidir.” Ali Şeriati’nin işaret ettiği hakikat pınarından susuzluğu giderebiliyorsak, aşkın hilelerinden ruhumuzu da ayıklayabiliriz.
Hira Dağı’ndaki gözyaşıdır aşk. Hz. İbrahim ve ateş, hakikatin gövdesi. Hz. Süleyman ve ölüm; vefa, teslimiyet. Aşk, edep. Aşk, takva...
Hani diyor ya Mevlana: “Gerçek aşkı bilen bir damla suya bile hürmetle bakar.” İşte öyle bir aşka açılmalı yüreklerimiz.
Peki, ne zaman sorgulayacağız, görmemeye mecbur bırakılan gözlerimizi? Takvalı ve tevazu sahibi olmayı idrak ettiğimizde, elbette bulmuş olacağız aşk kimliğimizi. Önce gururu ve hileyi yok edelim.
Narkissos, dağlarda gezerken su içmek için eğilir ve gördüğü görüntüye âşık olur. Narkissos un cesedinin olduğu yerde bir çiçek açar, bu çiçeğin adı nergistir.
Bugün neredeyse her şiir, hikâye, roman bir Nergis… Aşk konusu hep aynı aymazlıkta. Âşıksan her şey mubah. Bu hakikatin gözüne nasıl bir mil çekmekse artık? Burada aşk değil arzulanan, nefistir!
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Can Yücel: “Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş.”
Kalbinize emanetsiniz…