Asil azmaz, bal kokmaz…

Abone Ol

Geçen hafta kamuda çalışan bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Uzunca bir süredir göremediğim dostumun tam hatırını soracaktım ki masasının üzerindeki telefonu acı acı çalmaya başladı. Sanırım arayan amiriydi. Arkadaşım özür dileyerek ‘acil gitmesi gerektiğini ve on dakika içerisinde tekrar döneceğini’ söyleyerek masasından ayrıldı. Hangi ara çay söylemiş bilemedim ama iki dakika sonra kurumun çaycısı tam önümdeki sehpanın üzerine bir adet çay bıraktı. Bir taraftan sıcak çayımı yudumlayarak arkadaşımı beklerken, diğer taraftan da istemsiz bir şekilde onun mesai arkadaşlarına bakınıyordum. Hemen karşımda oturan memur beye vatandaşlar bir evrak getiriyor, imzalatıyor sonrada onun yönlendirmesi ile bir başka odaya doğru gidiyorlardı. Memur beye sorulan sorular da verilen cevaplar da üç aşağı beş yukarı hep aynı idi. “Hanımefendi siz bu evrakla 21 numaralı odaya gideceksiniz, oraya ödemeyi yaptıktan sonra 26 numaralı odada işleminiz tamamlanacak.” Oturduğum yerde ben bile öğrenmiştim. Önce 21 sonra 26, işlem tamam. Lakin beni bir şey rahatsız etmişti. Aslında bu beyefendi herkese aynı şekilde hitap etmiyordu! Öteki icat etmenin derdindeki bu adam, anladım ki üslubunu kişinin görüntüsüne göre değiştiriyordu. Modern giyimli(!) başı açık kadın ve erkeklere “siz’’ diye hitap ederken, tesettürlü kadınlara ve standart yurdum insanlarına emir kipinde “sen’’ diye hitap ediyordu. Onlara çenesi ile kapıyı gösteriyor “Sen al bu evrakı 21 numaralı odaya git, ödemeni yap, oradan da 26 numaralı odaya geç!’ diyordu…

Eskilerin “Adab-ı Muaşeret” dedikleri kime, nerede, nasıl davranacağını bilme eğitimi günümüzde artık maalesef sadece yaşamın içinde veriliyor. Karşınızdaki kişiye kullandığınız hitap şekli esasen görgü ve nezaket adabını ne derece bildiğinizin göstergesidir. Karşınızdaki kişiye en uygun hitap şeklini kullanmanız görgünüzün yanı sıra aklınızın, saygınızın ve terbiyenizin de bir göstergesidir. Bir kişinin tanımadığı ve önceden hakkında bir bilgisi bulunmadığı birine ‘sen’ diye hitap etmesi görgüsüzlüğün de ötesinde ahlaki olmayan akılsızca bir davranıştır. Bir memurun görev yaptığı kurumun sahip olduğu güce dayanarak, vatandaşın kılığına, kıyafetine ya da tavrına bakarak karşısındaki kişiye “sen’’ diye hitap etmesi abesle iştigaldir. Yaptığımız görevler veya iştigal ettiğimiz pozisyonlar, tanımadığımız insanlara karşı bir üstünlük sağlamadığı gibi onlara karşı senli benli konuşma hakkı da vermez. Her davranış modelinin doğrudan ifade ettiğinin ötesinde esasen çok sayıda anlamları vardır. Devlet dairelerinde görev yapan hiçbir kamu çalışanı karşısındakini kendine mecbur edemez, aşağılayamaz ve güç gösterisinde bulunamaz.

Konuşma adabı örf, adet ve geleneklerimizin de ötesinde dinimizin de üzerinde hassasiyetle durduğu mühim bir meseledir. Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de bizleri açıkça uyarmış ve “Kullarıma söyle: (Herkesle) en güzel şekilde konuşsunlar.” (İsra, 53) diye buyurmuştur. Atalarımızın edeb, nezâket ve terbiye husûsunda ulaştıkları seviye, hiçbir milletle kıyaslanamayacak derecede yüksektir. Sevgiliye bile “sen’’ demeye imtina eden ecdadımız, küçüğüne de büyüğüne de her daim “siz’’ diye hitap eder, aile içerisinde bile birbirlerine “hanım” veya “efendi” diyerek seslenirlermiş.

Ezcümle demem o ki dostlar hitap, günlük hayatta olduğu kadar iş hayatında da çok önemlidir. Eğitim ailede başlar, edep ve ahlak aileden öğrenilir. Atalarımızın dediği gibi “Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır.” Lakin biz yine de dikkatli olalım. Bir hususa daha dikkatinizi çekip bitiriyorum. Gençlerimizin kendisinden onlarca yaş büyükleriyle “senli-benli” konuşmaları argolaşmadan ziyade bilesiniz ki bir “Batılılaşma” ifadesidir. Eğer bunun da önüne tez zamanda geçmez isek, yabancı dizilerde olduğu gibi bizimde yakın gelecekte ana-babasına ismiyle hitap edecek torunlarımız olacaktır. Selametle…