Ashab-ı Kiram’ın ataları da Müslüman değildi!

Abone Ol

Küfürde birbirleriyle yarışanlar seni üzmesin! Çünkü onlar, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremeyeceklerdir. Allah diliyor ki, onların âhirette hiçbir nasibi olmasın.” (Ali İmran -176)

Bütün kainat, Allah-u Tealâ’nın ayetleriyle doludur. O ayetleri insanlığa tarif etmek için de, Peygamberleri göndermiştir. Özellikle Peygamber Efendimiz (a.s.m) gibi, mükemmel birisini; bir müderris ve bir muallim olarak tayin etmiştir. Şak-ı kamer ve miraç gibi bin mucizesiyle, beşeri uyarmaya ve uyandırmaya gayret gösteren Peygamber Efendimizin (a.s.m), en büyük mucizesi ise, Kur-an-ı Kerim’dir. Evet Kur’an, O zatın bin mucizesiyle desteklenen, bir muciz-ül beyandır. Hem Kur’an’ın şakirtleri olan evliya ve asfiyalar, her asırda onun manasını insanlığa ders vermiştir.

Peki hakperest olan bir insanın, bu durumda Hakk’ı bulmaması mümkün müdür?

Demek ki; Kafir, küfrü kendi iradesiyle istemekte ve ona koşmaktadır. Zaten En’am suresinin 28’inci ayetinin sarahati, açıkça ispat eder ki, Cehennem azabını tadan kafirler, dünyaya yeniden gönderilseydi, yani onlara ikinci bir fırsat verilseydi; onlar yine de küfrederdi...

ARKADAŞIMIN SORUSUNA CEVABIM!..

Samimiyetine inandığım bir arkadaşım “Biz Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Anne ve babamız ise Müslüman. Bu durum bizim için bir avantaj. Peki anne ve babası Yahudi, Hristiyan veya müşrik olan birisi; İslamiyet'i seçme konusunda, dezavantajlı olmuyor mu?” şeklinde bir soru yöneltmişti şahsıma.

Kendisine cevaben söylediklerimi madde madde, sizlerle paylaşmak isterim:

-İnsanların ekseriyetinin iman etmemesi “Hidayetin Allah’ın elinde” olduğunu ispat eder. O ise hidayeti, “istediğine” verir. İstedikleri kişiler ise, “layık” olanlardır. Dikkat edildiğinde, azılı kafir kişilerin çocuklarının iman ile hidayet bulması, bunun en bariz bir delilidir. O halde, ne islam memleketinde olmak imanın sebebidir, ne de kafir memleketinde olmak küfrün sebebidir. Bu hususu Cenab-ı Hakk Ankebut suresinin 69’uncu ayeti kerimesinde; “Bizim için cehdu gayret edenleri, yollarımıza hidayet ederiz. Muhakkak ki Allah, güzel amel işleyenlerle beraberdir” buyuruyor.  Demek iman; cehd, gayret ve istidat ister. Tohum gibi neşv-u nema bulmak için; münbit ve müsait bir zemin arar. Evet, O’nun davetinden yüz çevirerek, inayet ve yardımından mahrum olan beşer, kendi başına asla yolunu bulamaz. Nitekim Peygamberimiz (a.s.m), amcasının ve dedesinin iman etmesini çok arzu ettiği halde, onlar iman etmemişlerdir. Bu konuyu Cenab-ı Hakk, Yusuf suresinin 103’üncü ayeti kerimesinde, Peygamberimize (a.s.m) hitaben şöyle buyuruyor: Sen insanların iman etmesi için, ne kadar hırs göstersen de; insanların çoğu iman etmezler…

- Ashab-ı Kiram’ın “ataları”, tamamen başka başka dinin müntesipleri oldukları halde; kendileri İslam’la müşerref olmuştur.

- Bazı Peygamberlerin ve alimlerin evlatları da, kafirlerin safında yer alarak; Müslüman olmamıştır.

- Müslüman, her cihette makul olan İslam’ı, kalbi tam mutmain olana kadar her hususta sorguladığı halde; İslam fıtratı üzerine doğduğu, lakin; anne, baba ve çevresinin etkisi altında kaldığı iddia edilen batıl inanç sahibi bir insanın, makul olmayan inancını sorgulamaması düşünülemez.

-Başta İncil olmak üzere, Tevrat ve Zebur’da, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in (a.s.m) geleceği açıkça müjdelenmişken, ehli kitap dediğimiz, Yahudi ve Hristiyanlar; müjdelenen Peygamber’i (a.s.m), herkesten ziyade bulmak zorundadır.

- Peygamberin (a.s.m) davetinin ulaşmadığı her bir topluluk, “fetret” ehlidir. Bunlar Peygamberin (a.s.m) davetinden “mesul” değildir. Çünkü kendilerine davet ulaşmamıştır.

- Bazı İslam âlimlerine göre; davet ulaşmasa bile, o kişi akıl nimetiyle Allah’ı bulmak zorundadır.

- Peygamberimizin (a.s.m) ümmeti kendi arasında ikiye ayrılır. Bunlar “Ümmet-i davet” ve “Ümmet-i icabe”dir. Peygamberimiz (a.s.m) kendinden sonraki tüm insanların Peygamberidir. O halde, O’nun davetini duyan her bir insan, o davete icabet etmek zorundadır.

- Cenab-ı Hakk’ın esması iki şekilde tecelli eder. Biri “cemal”li, diğeri ise “celal”li. Cemalli esma, “mümin”in vücudunu iktiza ettiği gibi, celalli esma da “kafir”in vücudunu iktiza eder.

- Cemalli esmanın azam mertebede tecelli ettiği yer “Cennet” olduğu gibi, celalli esmanın da azam mertebede tecelli ettiği yer de “Cehennem”dir. Dolayısıyla Cennet adam beklediği gibi, Cehennem de adam bekler…

Hulasa: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Biz her bir peygamberi, dinî emir ve yasakları onlara en güzel şekilde anlatmaları için, kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğinin doğru yoldan sapmasına fırsat verir, dilediğini de doğru yola erdirir. O, karşı konulamaz kudret sahibi, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” (İbrahim-4)

Selam ve dua ile

Fiemanillah