İsrail güvenlik güçleri 19 Haziran’da, işgal altındaki Batı Şeria’nın Cenin bölgesine yönelik geniş çaplı bir operasyon başlatmıştı. Sözde bu bölgede saklanan, bazı İslami Cihat komutanlarını ele geçirmek için başlatılan terör operasyonunda, 5 Filistinli hayatını kaybederken 66’sı da yaralanmıştı.
İsrail askerlerinin saldırılarına mukavemet gösteren Filistin direnişi ise, el yapımı patlayıcılarla karşılık vermiş ve 7 İsrail askeri yaralanmıştı. Bunun üzerine, bölgeye İkinci İntifada’dan sonra ilk kez savaş helikopterleri sevk edilmiş ve yaralıların tahliye edilebilmeleri için havadan ateş desteği sağlanmıştı.
Aslında bölgede, vaka-i adiyeden sayılabilecek bu baskın, son birkaç aydır Batı Şeria’da artarak devam eden Yahudi yerleşimci terörüyle birleşince, maalesef katliam gibi görüntülerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Hatırlanacağı üzere, şubat ayında da Yahudi yerleşimciler, Filistinli direnişçilerin Har Bracha isimli illegal Yahudi yerleşiminde yaşayan, iki yerleşimciyi öldürmeleri üzerine Huwara köyüne saldırmış ve köyü yakıp yıkmışlardı.
Bu sefer de benzer bir durum yaşanmıştır. Filistinli direnişçiler tarafından, İsrail saldırılarına karşılık olarak; 4 İsrailli sivilin ve Eli Yahudi yerleşim bölgesinde yaşayan bir yerleşimcinin öldürülmesi üzerine toplanan kalabalık bir Yahudi yerleşimci grubu, Eli bölgesinin hemen yakınlarındaki Turmusayya, Urif ve Umm Safa köylerine giden yolları kapatarak, köylere saldırmış ve saldırılar sonunda bir Filistinli hayatını kaybederken onlarca ev ve araba ise ateşe verilmiştir.
Hırslarını alamayan bazı maskeli Yahudi yerleşimciler, Urif köyündeki camiye köpekleriyle birlikte girerek buradan aldıkları bir Kuran’ı Kerim’i yırtmışlardır.
Gecenin sonunda ortaya çıkan manzara ise, İsrail’in geçmişte maruz kaldığı soykırım görüntülerini aratmayacak kadar vahşiceydi. Kin ve nefret kusan Yahudi yerleşimcilerin yaptıkları “etnik temizlikten” başka bir şey değildi ve bu haliyle de konu Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetki alanına girmekteydi.
Zira ortada insanlığa karşı işlenen bir suç vardı ve bunun mutlaka cezalandırılması gerekmekteydi.
İşin asıl trajik yanı ise, gözü dönmüş vahşi Yahudi yerleşimcilerin, sözde intikam hırsıyla giriştikleri saldırılara İsrail güvenlik güçlerinin kayıtsız kalmasıydı. Oysa İsrail’in Cenevre Sözleşmesine göre, işgalci güç olarak, buradaki yerli halkın mal ve can güvenliğini koruma sorumluluğu bulunmaktadır.
Ancak İsrail’in şimdiye kadarki en sağcı ve faşist hükümetinin içerisinde yer alan, Ben Gvir ve Smotrich gibi yerleşimciler arasından gelen iki bakanın, işgal ettikleri makamlar nedeniyle, güvenlik güçlerinin bırakın azgın Yahudi yerleşimcileri önlemeyi, onlara katılıp işledikleri büyük suça iştirak etmediklerine şükretmek gerekir.
Bu gelişmelerden sonra ortaya çıkan diğer bir garabet gelişme ise, İsrail hükümetinin sözde Filistinlilerin saldırıları gerekçesiyle, Batı Şeria’da 5 bin yeni yerleşim yerini kabul etmesi olmuştur. Böylelikle Netanyahu hükümeti, görevde olduğu altı aylık süre içerisinde, 13 bin yerleşim yerini onaylayarak yeni bir rekora imza atmıştır.
İsrail devletinin 1967’den beri takip ettiği işgal politikasının bir sonucu olarak, Filistinlilerin topraklarını farklı yöntemlerle ele geçirdiği ve buralara Yahudi yerleşimcileri, hem de uluslararası hukuka mugayir şekilde yerleştirdiği acı bir vakıayken, buna bir de Yahudi yerleşimcilerin terörünün eklenmesi ziyadesiyle üzüntü vericidir. Zira devlet teröründen kurtulanlar, bu sefer de yerleşimcilerin, hem de daha kuralsız ve acımasız terörüyle karşılaşmakta ve topraklarında kalabilmek için büyük bedeller ödemektedirler.
Neyse ki dünya bu son olaylara kayıtsız kalmamıştır. Öncelikle Türkiye 22 Haziran tarihinde Dışişleri Bakanlığı marifetiyle bir kınama mesajı yayınlayarak tepkisini göstermiştir. Mesajda, hem Kuran-ı Kerim’e hem de Filistinlilere yönelik saldırılar gündeme getirilerek, “İşgal altındaki Filistin topraklarında, Yahudi yerleşimcilerce Filistinli yerel halka, ibadethanelerine, konutlarına ve malvarlıklarına yönelik gerçekleştirilen tüm saldırıların ve İslam düşmanlığı dâhil nefret suçlarının engellenmesinin, İsrail Devleti’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan bir yükümlülüğü olduğunu bir kez daha vurguluyoruz.” denmiştir.
Akabinde Avrupa Parlamentosu dışişleri komitesinde 41 oyla kabul edilen ve Yahudi yerleşimcilerin katliamlarının cezalandırılmasını talep eden bir karar alınmıştır. Kararda AB’ye, Uluslararası Ceza Mahkemesinin İsrail’in işlediği savaş suçları nedeniyle yargılanabilmesi için yardımda bulunma çağrısı yapılmıştır.
BM Güvenlik Konseyi de 27 Haziran’da yaptığı toplantıda, konuyu gündeme almış ve taraflara bölgedeki tansiyonu düşürme çağrısı yapılmıştır. Ayrıca dönem başkanı olan BAE’nin hazırladığı bildiride hem Yahudi yerleşimcilerin terörü hem de İsrail hükümetinin yeni yerleşim yerleri kararı kınanmıştır.
Olaylara yönelik bir diğer tepki de İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD’den gelmiştir. Biden yönetimi, Trump yönetimince iptal edilen bir kararı yeniden hayata geçirerek, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria'da bulunan akademik kurumlarıyla sürdürdüğü karşılıklı teknolojik ve bilimsel çalışmaları ve destekleri durdurmuştur. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi’ndeki konuyla ilgili görüşmede, İsrail hükümetinin yeni yerleşim yerleri kabul etme kararı şiddetle eleştirilmiştir.
Yahudi yerleşimcilerin terörüne ilişkin İsrail içinden de tepkiler gelmiştir. İsrail Genelkurmay başkanı Herzl Halevi, İç İstihbarat birimi Shin Bet şefi Ronen Bar ve polis şefi Kobi Shabtai yaptıkları ortak açıklamada, saldırıları “milliyetçi terör” olarak nitelendirerek, bu saldırıların Yahudilik değerleriyle çeliştiğini ve bunları durdurmanın kendilerinin görevi olduğunu belirtmişlerdir.
Dışişleri bakanı Eli Cohen de sosyal medyadan yaptığı bir paylaşımda, “İsrail’in bir hukuk devleti olduğunu ve yerel halka saldırıların kabul edilemeyeceğini belirterek, terör saldırılarına maruz kalınsa bile buna intikam duygularıyla karşılık verilemeyeceğini, bilakis gerekli cevabın güvenlik güçlerince verileceğini” ifade ederek yerleşimci terörünü dolaylı da olsa eleştirmiştir. Akabinde Cumhurbaşkanı Herzog da bir açıklama yaparak, son olayları, “zalimce ve ölçüsüz” olarak tanımlamıştır.
Görüldüğü üzere Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yaptıklarının “terör” olduğu hem İsrailli yetkililer hem de uluslararası aktörler tarafından kabul edilmektedir. Her ne kadar mevcut İsrail hükümeti bu konuda duyarsız kalsa da nihayetinde uluslararası hukukun amir hükümlerine riayet etmek durumunda kalacaktır. Eğer Yahudi yerleşimcilerin işledikleri insanlığa karşı suçları önlemezlerse, kendileri de müteselsilen bu suçlardan sorumlu olacaklardır.
İşlenen suçların muhtevası gereği, yargılama yetkisi olan Uluslararası Ceza Mahkemesinin de, hem hâlihazırda gündeminde olan İsrail ile alakalı soruşturma dosyalarını hem de yaşanan bu son ihlallerden kaynaklanan muhtemel yeni başvuruları ivedilikle karara bağlaması ve insanlığa karşı işlenen suçları şiddetle cezalandırması gerekmektedir.
Aksi takdirde ne uluslararası hukukun ne de uluslararası kurumların bir anlamı kalmayacaktır. Kaldı ki, bu tedhiş ve terör faaliyetleri durdurulmazsa, geriye kurtarılacak kimse de kalmayacaktır.