Günümüz uluslararası ilişkiler dünyasında en çok tartışılan konuların başında uluslararası sistemin yapısı geliyor. Konunun uzmanları, yakın gelecekte uluslararası sistemin yapısının çok kutuplu bir hâl alacağı konusunda neredeyse hemfikir. Peki, Arap dünyası oluşabilecek yeni çok kutuplu sistemden nasıl etkilenir? Bugünkü yazımızda bu soruya yanıt bulmaya çalıştık.
Geride kalan yüzyılda, Arap dünyasını derinden etkileyen iki büyük olay göze çarpar: Birinci Dünya Savaşı ve İsrail’in kuruluşu. Arap ülkeleri, Birinci Dünya Savaşı sonunda Batı sömürgeciliğiyle tanıştı. Müstemleke olmaktan, bağımsızlıklarını kısıtlayan anlaşmalara imza koymak suretiyle sonraki elli yıl içerisinde ancak kurtulabildiler.
Arap devletlerinin dış politikada görece bağımsız hareket edebildikleri dönem, İsrail karşısında alınan mağlubiyetlere rağmen, Soğuk Savaş yılları oldu. Soğuk Savaş boyunca Araplar hem Batı ile hem de Sovyetler Birliği ile pazarlık yapabilme şansına sahiptiler. Başta Amerika olmak üzere İsrail’i destekleyen Batılı güçler, Arap dünyasına karşı temkinli ve dengeli politika izlemeyi ihmal etmiyordu. Bu temkinli siyasetin nedeni, Sovyet Rusya’nın Ortadoğu’yu ele geçirme korkusuydu.
Zira Soğuk Savaş boyunca Batı ittifakının birinci gündem maddesi komünizm tehlikesi ile Sovyet tehdidiydi. Ancak bu kural, tüm baskılara ve telkinlere rağmen Ortadoğu’nun Arap dünyasında işlemiyordu. Araplar komünizmden değil siyonizmden ürküyordu ve esas tehlike olarak onu görüyorlardı. Bu yüzden Araplar hem sömürge geçmişlerinden hem de İsrail’in kurulmasından dolayı Batı dünyasına tepki duyuyorlardı. Bu çerçevede Arap devletleri dış politikalarında Batılı güçler yerine Batılı olmayan güçlerle angajmana öncelik veriyorlardı.
Arap devletlerinin en büyük stratejisi, ABD ile Sovyetler Birliği arasında pragmatizme dayalı pozisyon almaktı. Bu sayede iç ve dış egemenliklerini daha da kuvvetlendirme fırsatı yakaladılar; saygınlıklarını artırdılar. Birçok Arap toprağı bağımsızlık kazanırken birçoğu da kendi topraklarında sömürge döneminden kalma imtiyazlara ve ayrıcalıklara son vermeyi başardı.
Arapların stratejik özerklik bakımından güçlü olduğu bu dönem, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle hızla sona ermeye başladı. Batı için Ortadoğu’da artık ne Sovyetler ne de komünizm tehlikesi vardı. Siyonizm tehlikesini komünizmle dengeleme devrinin bitmesiyle Arapların Batı karşısındaki pazarlık gücü de zayıflama sürecine girdi.
Böylelikle Amerika’nın taktiksel olarak başvurduğu Arap-İsrail denge siyaseti de miadını doldurdu. Artık Amerika’nın önünde İsrail’in bölgedeki askeri ve siyasi üstünlüğünü güçlendirmeye yönelik hiçbir engel ve gözeteceği denge kalmamıştı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan Amerikan hegemonyası, Araplar için tam bir karabasan oldu. Amerika’nın öncülüğünde işgallerden ekonomik ambargolara kadar birçok baskıya maruz kaldılar; bölündüler, parçalandılar. Stratejik özerkliklerini büyük ölçüde yitirdiler. Dahası meydana gelen özerklik kaybından dolayı Filistin meselesinden çark ettiler ve “tarihi düşman” olarak tanımladıkları İsrail ile maddi ve manevi bütün kayıpları kabullenerek normalleşme sürecine girdiler.
Dünyanın yeniden çok kutuplu bir yapıya yönelmesi, Arap devletlerine kaybettikleri stratejik ve jeopolitik özerkliği yeniden kazanma fırsatı sunabilir. Elbette Amerika ve Batı dünyasının kayıtsız şartsız bir şekilde İsrail’e verdiği desteği sınırlayacak böyle bir özerklik, Amerika ile İsrail tarafından asla istenmeyecektir. Fakat Ortadoğu’daki gidişat, Arapların şimdiden bu sürece hazırlandıklarını gösteriyor. Birçok ulus gibi Araplar da tek kutuplu sisteme dayalı Amerikan hegemonyasına artık sıcak bakmıyor.