Ortaokulu Adana’nın Ceyhan ilçesinin Mustafabeyli kasabasında yatılı ilköğretim bölge okulunda okudum. 6. sınıftan itibaren anamdan, babamdan, kardeşlerimden uzak kalmak zorunda kalmıştım. Anadan ayrı kalmanın, bir sıkıntın olduğunda hemen yanında bitecek bir ana olmayışının sıkıntısını, hüznünü iliklerime kadar yaşamıştım.
O güne kadar hep anamın dizinin dibinde büyümüş, gece gündüz hep anamın yanında olmuş, bir yerden geldiğimde hep evde anamı bulmuş olmanın özgüveni ile büyümüştüm.
Ortaokul zamanı gelince ayrılmaya mecbur kalmıştım. Ya anadan, babadan, gardaştan ayrılıp okuyacak ya da ayrılığı göze alamayıp köyde kalacaktım. (Kardeşlerimin -özellikle de Fatih’in- aman abi sen köyde kalma gözünü seveyim, köyde başımıza bela olursun, seni de beslemek zorunda kalırız, demiş olması da ayrılma kararında etken tabii…)
Köyde okul olmadığı için YİBO bizim hem evimiz hem okulumuz olmuştu. İlk dönem boyunca yatağa her girişimde başıma yorganı çekip yastık ıslanıncaya kadar ağladığımı, okulu bırakıp dönmek istediğimi, yarıyıl tatilini iple çektiğimi hâlâ dün gibi hatırlarım.
En çok da sıkıldığım, sıkıntıya düştüğüm zaman nazlanabileceğim anamın yanımda olmaması sarsıyordu beni…
İşte bu okulda bir müdür yardımcımız vardı. Bir gün bir anısını anlatmıştı: “Öğretmenliğe yeni başladığım yıllar. Bir öğretmen hanım var, oldukça modern… Her gün her saat annesinden bahseder. Kendisinin annesi için, annesinin kendisi için öldüğünü düşünür, ilk zamanlar durumuna üzülürdük. Zamanla öğrendik ki o zamanın şartlarına göre oldukça modern bir annesi var. Hep çalışmış, maddi durumları oldukça iyi… Kızını doğduğu andan itibaren bakıcılar yetiştirmiş, maddi olarak bir dediğini iki etmemiş. Ancak kızı, hep anne hasretiyle, anne şefkati özlemiyle yaşamış. Annesiyle bir araya geldiklerinde de zinhar anlaşamıyorlar ve kavga ediyorlar. Bu sebeple annesini dilinden düşürmeyen bu kadıncağız, bayramda seyranda, tatillerde annesinin yanına hiç gitmiyor, olur da gitmek zorunda kalırsa da üç günden fazla kalmıyor. Anlayacağınız öğretmen hanım, aslında gerçek duygularını değil, özlemini duyduğu hislerini anlatıyormuş.
Yine böyle bir gün bir annem de annem diye tepiniyor öğretmen hanım… Ben de köşede sessizce çayımı yudumluyorum. ‘Benim annem yok!..’ dedim. Tüm bakışlar bana döndü. Öğretmen hanım da “Ay çok üzüldüm, sizi üzmek istemezdim.’ dedi. Ben de ‘Annem yok benim, ANAM var. Kendi yemez, bize yedirir; kendi giymez, bize giydirir. Bizi hiç yaban ellere bırakmamıştır, ne zaman ihtiyaç duysak hep yanımızda olmuştur. Kapıyı bize hep o açmıştır, kendisi aç ve açıkta kalmıştır ama bizi hiç aç ve açıkta bırakmamıştır. Özellikle de ruhumuzu duyurmayı hiç ihmal etmemiştir. Anaokulu nedir bilmedik ama anamız bize hep okul oldu, anamızın okulu bu yaşa kadar okuduğumuz okulların hep en kalitelisiydi. Şimdi bile tatillerde hemen yanına koşarak giderim.’ dedim. ‘Ortam bir anda buz kesti, öğretmen hanım öfkeyle odayı terk etti ve bir daha annesinden bahsettiği görülmedi.” demişti.
Günümüzde ANNELER için ANALAR ihmal ediliyor. Aileden sorumlu bakanımız, çalışan annelere yirmi dört ay boyunca 650 lira yardım edecekmiş. Eyvallah çalışan annelerin işi kolaylaştırılsın, yardımcı olunsun.
Amacımız, kesinlikle çalışan kadın, çalışmayan kadın ayrımı da yapmak değil. Ancak dışarıda çalış/a/mayan, evinde çocuğu için çalışan, ailesi için tüm kariyer basamaklarını elinin tersiyle iten; evladının vatana, millete hayırlı evlat olması için evini okul eyleyen anaları kim düşünecek? Biri desteklenecekse öncelikle bu analarımız desteklenmeli değil mi?
İhtiyacı olduğu için asgarî ücretle çalışmak zorunda olan, evinde çocuk sayısı fazla olduğu için ve çocuğunu kimsenin eline bırakmak istemediği için çalışmak istemeyen fedakâr ve cefakâr anaları kim destekleyecek?
Çalışan kadın, ne kadar çok arzulasa da evinden, çocuğundan ayrı olacağı için en fazla kaç çocuk doğurur ve kaç çocuğa bakar? Peki, bu çocuklar bir anne şefkatinden mahrum yetiştiği için ne kadar beden ve ruh sağlığı açısından sağlam yetişebilir.
Hâlbuki anaları çalışmaya teşvik edecek destekler yerine evinde oturmaya, daha çok çocuk yetiştirmeye, çocuğuyla daha çok vakit geçirmeye teşvik etsek vatanımız, milletimiz, geleceğimiz için daha iyi bir yatırım yapmış olmaz mıyız?
Siz analara; anaokullarını, kreşleri adres göstermeye devam ederseniz yarın bu çocukların analarına ve babalarına huzurevlerini adres göstermesini yadırgayamazsınız!..
Ne olur anaları yuvalarından uzaklaştıracak teşvikler yerine; eve döndürecek, çocuklarını yetiştirip onlarla vakit geçirmelerini sağlayacak teşvikler çıkarın!..
Sesimizi bir duyan olur mu ki?