Ankara saldırısı ve PKK’daki bölünmeler

Abone Ol

Türkiye, 1 Ekim Pazar günü Ankara’da düzenlenen bir terör saldırısıyla güne başladı. Kayseri’de bir ticari aracı gasbederek sahibini öldüren teröristler, Ankara’nın merkezinde devlet binalarının bulunduğu noktada Emniyet noktasına intihar saldırısı düzenledi. Terör örgütü PKK, aynı gün saldırının kendisine bağlı “Ölümsüzler Taburu” adlı oluşum tarafından düzenlendiğini iddia etti.

Saldırıyı takip eden günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) örgütün, Irak'ın kuzeyindeki mevzilerine yönelik yoğun hava harekâtları düzenledi. Ancak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 4 Ekim’de KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ile ortaklaşa düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklama, örgüte yönelik operasyonların yalnızca Irak’ın kuzeyi ile sınırlı kalmayacağını gösteriyor. Fidan, Irak’ın yanı sıra Suriye’deki PKK’ya ait alt ve üst yapı tesisleri ile enerji tesislerinin bundan sonra TSK açısından meşru hedefler olduğunu belirterek, “Üçüncü taraflara bu noktalardan uzak durmasını tavsiye ediyoruz.” dedi.

Fidan’ın bu sözleri uzun zamandır konuşulan Suriye’nin kuzeyindeki PKK varlığına yönelik bir askerî operasyon için yeni bir sinyal olarak algılanıyor. Bu açıklamanın hemen ardından Suriye’deki PKK’nın uzantısı olan PYD’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) koruyucusu ABD’den hemen bir tepki geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı, “Suriye’deki askerî gerginlik Türkiye’nin terör sorununu çözmez” şeklinde bir açıklama yaptı.

Ankara saldırısı ve Fidan’ın açıklamaları, PKK’nın Suriye merkezli bir iç bölünme yaşadığı bir döneme denk geliyor. Örgütün ana merkezi olan Kandil Dağı’ndaki liderler ile ABD ile birlikte hareket eden SDG’nin lideri Mazlum Abdi arasında ciddi bir çekişme yaşanıyor. Zira ABD, son dönemde Kandil ile Mazlum Abdi arasındaki bağların koparılması için ciddi bir baskı kurmuştur. Mazlum Abdi ise bir taraftan Kandil, diğer taraftan diğer taraftan ABD’nin baskıları altında zor günler geçiriyor.

SDG/PYD’nin durumu 

Fidan’ın açıklamalarının yanı sıra, Türkiye’nin Ankara saldırısını gerçekleştiren teröristlerin Türkiye’ye geçerken Suriye’deki SDG/PYD bölgelerinden geçerek geldiği yönündeki açıklamasını reddeden Abdi, “Türkiye’deki iç siyasi çekişmelerin tarafı olmak istemiyoruz.” diyerek muhtemel bir operasyonu savuşturmaya çalışıyor.

Her ne kadar Mazlum Abdi, ABD’nin dümen suyunda gitmeye çalışarak kendisinin Kandil ile ilişkisi olmadığını göstermeye çalışsa da gerçek böyle değil. Zira SDG/PYD’nin oluşumundan beri örgütün lider kadrosu Kandil’deki PKK liderleri tarafından oluşturuluyor. Buna karşılık ABD iki örgüt arasındaki bağları ortadan kaldırmaya çalışsa da bu konuda Mazlum Abdi’nin elini güçlendirecek ciddi bir adım atabilmiş değil. ABD’nin çabaları yalnızca söylem bazında kalıyor ki bu söylemler örgüt bazında çok da etkili olmuyor.

SDG/PYD’nin Kandil ile doğrudan bağlarının bir diğer kanıtı ise eylül ayında uzun bir süre örgütle çatışan ve hâlâ da çatışmaya devam eden aşiret güçlerinin Kandil’in bölgedeki varlığını reddetmesidir. Yayımladıkları bildirilerde SDG/PYD’den “Kandilin Çeteleri” olarak bahseden aşiretler, bölgenin yönetiminin Kandil tarafından belirlenen teröristler tarafından değil bölge halkı tarafından yürütülmesini talep ediyor. Aşiretler ile SDG/PYD arasında yaşanan çatışma sürecinde ABD’nin etkin bir tavır takınmayarak ara bulucu rolü oynamakla yetinmesi ise Washington’un Kandil etkisini azaltarak bölgenin muhtemel bir operasyona maruz kalmasının önüne geçme çabası şeklinde okunması da mümkün.

Bütün bunlar üst üste getirildiğinde ABD’nin artık daha fazla SDG/PYD’yi koruyamayacağını anlamış olması ve Kandil-PYD ayrımı üzerinde bu sebeple bu kadar durduğu yorumunu getirmek uzak bir ihtimal olmayacaktır. Zira, esasen kağıt üzerinde de olsa ABD tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen ve çocukları zorla alıkoyarak silah altına alma uygulamaları Pentagon’un raporlarına bile yansıyan SDG/PYD’nin korunmaya devam etmesi üstelik bütün çabalarına rağmen Kandil etkisini bitirememiş ABD için de sürdürülebilir bir durum değildir.

Suriye’ye operasyon mümkün mü?

Yukarıda çizmeye çalıştığım tablo üzerinden düşünüldüğünde SDG/PYD’ye yönelik operasyon için Türkiye açısından en elverişli dönemlerden birini yaşadığımızı rahatlıkla söylenebilir. Fidan’ın açıklamalarındaki kararlılığın sahaya yansıtılması ve ABD tarafıyla aynı kararlılıkta bir diplomasi yürütülmesi hâlinde Kandil’in etkisini yok edemeyen ve durumun sürdürülemez olduğunu açıkça gören ABD’nin de operasyonun önüne engel çıkarmaması sağlanabilir.

Bununla birlikte Türkiye’nin, Suriye Millî Ordusu’nun (SMO) yanı sıra, son dönemde örgüte karşı savaşan aşiret güçlerini de sahada bir partner olarak kullanması zor değil. Aşiretlerin talebi, Türkiye’nin SMO üzerinden Esed rejimi ve terör örgütlerinden temizlenen özgürleştirilmiş bölgelerde yürütülen uygulamayla örtüşüyor. Söz konusu bölgelerde yerel halk, oluşturulan yerel meclisler üzerinden yönetimde söz sahibi. Aşiretler de benzer bir tecrübeyi talep ediyor.

Bütün bunların yanı sıra Türkiye açısından da bölgedeki durumun bu şekilde sürmesine tahammül etmek artık mümkün değil zira örgüte bağlı hücrelerin Ankara’da bir eyleme kalkışması artık bu sorunun bir şekilde ortadan kaldırılmasının zamanının geldiğinin göstergesi. Ayrıca, Suriye’nin kuzeyindeki bölgeleri güvenli alanlara çevirebilmek de örgütün buralardaki varlığını bitirmeyi gerekli kılıyor. Özellikle Tel Rıfat bölgesinde Esed rejimi militanlarıyla birlikte konuşlanan örgüt militanları, özgürleştirilmiş bölgelere düzenlediği saldırılarla bölgenin istikrarını bozarak Türkiye’nin oluşturmaya çalıştığı güvenli ortamı baltalamaktadır. Dolayısıyla Fidan’ın yaptığı açıklamalardaki kararlılığın sahaya yansıtılması hâlinde yeni bir operasyon ihtimalinin çok da uzak olmadığı söylenebilir.