Bu haftanın Ankara Ajandasında, uzunca zamandır yazımını ertelediğim MHP’deki gelişmeleri konu edineceğiz. Birkaç gün önce, Kanal A’da Fatin Dağıstanlı’nın sunduğu Türkiye’nin Seçimi programına MHP Antalya Milletvekili ve MYK üyesi Doç.Dr. Mehmet Günal ile birlikte konuk olduk. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin partisinin geçen haftaki grup toplantısında ”bizim Paralele teslim edecek bir partimiz yoktur” ve ”başlarına ne geldiyse müstehaktır” şeklindeki sert açıklamalarından sonra katıldığımız bu tv programında doğal olarak MHP’deki kongre sürecini ve parti içinde yaşanan fırtınaları konuştuk. Burada aktaracaklarımın bir kısmını o yayında söylediklerimin geliştirilmiş yazılı versiyonu olarak da kabul edebilirsiniz.
Bilindiği üzere MHP son olağan kurultayını geçtiğimiz yılın Mart ayında, yani 7 Haziran seçimlerinden çok kısa bir süre önce gerçekleştirmişti. Bu kongrede Sayın Bahçeli’nin karşısına hiç bir aday çıkmamış ve delegenin tamamına yakınının oyunu alarak yeniden Genel Başkan seçilmişti. 7 Haziran’da, 2011 seçimlerine göre oyunu artıran MHP yüzde 16,4 oy oranıyla 80 Milletvekili çıkarmıştı. Ancak hemen beş ay sonra yapılan 1 Kasım seçimlerinde ise yüzde 11,9′ luk oy oranıyla sadece 40 milletvekili çıkarabilmişti. İşte MHP’de krize yol açan ve olağanüstü kongreye gidebilmek için parti yönetimiyle muhalifleri mahkemelik edip, en son partilerine kayyum atanmasına yol açan gelişmelerin temelinde bu beş aylık kısa dönemde 2 milyon üzerindeki oy kaybı yatıyor. HDP’nin mecliste kendilerinden daha yüksek sayıda milletvekili tarafından temsil ediliyor oluşunun, moral manada bu köklü partide yol açtığı travmayı da ayrıca zikretmemiz gerekiyor.
7 Haziran sonrasında yaşanan belirsizlik sürecinin başlarında Sayın Devlet Bahçeli’nin diğer muhalefet partileriyle % 60’lık blokta yer almadığını açıklaması esasen geniş kesimleri bir AK Parti-MHP koalisyonu kurulacağı yönünde oldukça umutlandırmıştı. Sayın Bahçe’linin o dönemlerde akıl almaz bir Erdoğan takıntısıyla neredeyse yıllar sonra ayağına gelen iktidar ortağı olma şansını ötelemesi ve PKK’nın terör eylemlerine yeniden ve yoğun bir şekilde başladığı bir dönemde ülkenin hükümetsiz kalmasına göz yumması, şüphesiz Ülkücü camiada derin bir kırılmaya yol açıyordu. Sayın Bahçeli’nin koalisyon merkezine Cumhurbaşkanını alarak ve ”17/25 rumuzlu kişi” şeklinde yaftalayarak yürüttüğü uzlaşmaz ve ”hayır”cı politikanın MHP tabanında ne gibi etkilere yol açabileceğini okuyamaması anlaşılır olmaktan uzaktı.
1 Kasım mağlubiyetinden direkt olarak Devlet Bahçeli ve parti yönetimini sorumlu tutan muhalifler hiç vakit kaybetmeden alanda harekete geçtiler ve zaten ciddi manada kaynama yaşayan MHP teşkilatlarıyla bir araya gelip, onları Devlet Bahçeli’siz bir MHP için ikna etmeye çalıştılar ve bunu bir ölçüde başardılar da. Olağanüstü kongre geleneği olmayan MHP’de, tüzük gereği böyle bir kurultayın toplanması için 1/5 delege imzası gerekirken, neredeyse delegenin yarısına yakının onayını aldılar. Sonrasında da karşılıklı suçlamalar, teşkilatları görevden almalar, mahkemeler, kayyumlar ve nihayet MHP yönetiminin temyize gitmesi. Bu temyiz başvurusunun sonuçlanması tahminimce biraz zaman alacaktır, ancak görünen odur ki bu karar ne şekilde gelirse gelsin MHP’de sular bu saatten sonra pek kolay durulmayacak.
İstatistiklere göre MHP’nin kaybettiği oyların yeni adresi 1 Kasım’da AK parti olmuştur ve artık MHP’deki gelişmeler sadece bu partiye oy verenleri ilgilendirmemektedir. Uzun yıllar boyu partinin başında bulunan Sayın Devlet Bahçe’li maalesef geç farkına vardığı şey, AK Partinin de ülkücülerin tercih edebilecekleri ve kendi ideallerinin temsilcisi olarak görebilecekleri bir yapı olduğu gerçeğidir. Sert, hırçın ve kendince tavizsiz bir muhalefet tarzı olan Sayın Bahçeli, ülkenin ve devletin bekasını ilgilendiren bir çok meselede gösterdiği vakur ve akl-ı selim duruşuyla, hangi partiye oy vermiş olursa olsun vatansever muhafazakâr kesim nezdinde önemli bir saygınlığa sahiptir. Ne var ki, 7 Haziran- 1 Kasım arasında izlemiş olduğu politikayla ve konjonktürel nedenlerle maalesef MHP’nin şu an içine düştüğü duruma da bizatihi kendisi zemin hazırlamıştır.
TBMM’de yaptığı son grup toplantısı konuşmasında açıkça Paralel yapı konusunda AK Partiyle aynı çizgiye geldiğini göstermesi ve partisinin bu yapı tarafından ele geçirilmek istendiğini söylemesi son derece önemli olmakla birlikte çeşitli soruların da sorulmasına yol açan bir gelişmedir. Genel Başkanlığa adaylığını ilan eden mevcut 4 adaydan biri olan Meral Akşener’in uzunca süredir Paralel tarafından desteklendiği kulislerde konuşulan bir söylentiydi. Özellikle Paralel militanların Akşener’in adaylığını desteklediklerini açıkça haykırıyor oluşları bu algıyı güçlendirir bir done olarak ileri sürülüyordu. Devlet Bahçeli’nin isim vermeden yaptığı mezkûr konuşma ardından hiç bir aday bu suçlamayı üzerine almadı. Devlet Bahçeli de zaten bu suçlamalara kanıt sayılabilecek ellerinde ne gibi doneler olduğunu kamuoyuyla paylaşmadı, ancak direkt olarak Meral Akşener’i kast ettiği aşikârdı. Bazı kesimler Bahçeli’yi rakiplerini sindirip, delegeyi kendi yanına çekebilmek için Paralel manivelasına sarıldığını iddia ettiler. Koray Aydın ve Sinan Oğan yaptıkları açıklamalarda bu konuda bir bilgilerinin ve kendileriyle ilgilerini olmadığını söylediler. Ne var ki, Meral Akşener kendisiyle yapılan bir ropörtajda, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmelettin İhsanoğlu’nu çatı adayı olarak öneren kişinin bizatihi Devlet Bahçeli olduğunu vurgulayarak ” şayet İhsanoğlu Paralel bir proje idiyse, o halde Baş Paralel Devlet Bahçeli olur” şeklindeki beyanıyla tartışmayı yeni bir boyuta taşıdı. Ancak Sayın Akşener Paralelle direkt bir ilişkisi olup olmadığına dair hiç bir açıklık getirmedi.
İşler bu noktaya geldikten sonra MHP’de suların bir az olsun durulması isteniyorsa, bence yapılması gereken ilk şey Sayın Bahçeli’nin temyiz kararını beklemeksizin ” hodri meydan” çekerek partisini acilen Olağanüstü Kurultaya taşımasıdır. Diğer türlü bu tartışmaların ilerleyen süreçte işleri Bahçeli ve MHP açısından daha karmaşık bir hale getirmesi kaçınılmazdır.
Ayrıca Paralelin partiyi ele geçirmek istediğine dair Sayın Bahçeli ellerinde ne gibi belgeler varsa acilen kamuoyuyla paylaşmalıdır. Sayın Akşener ve diğer adaylar da, hakikaten devletin Kırmızı Kitabına girmiş bu yıkıcı çeteyle bir ilişkileri yoksa açıkça çıkıp lanetleyerek bunu ilan etmeli ve üzerlerindeki şaibeleri gidermelidirler…
MHP gibi köklü bir partinin geleceği kuşkusuz önemsediğimiz bir husus..
Esen kalın…