Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın önceki hafta Latin Amerika ve Senegal temasları ardından yurda dönerken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamaların ve özellikle ABD’den PYD karşısında net tutum göstermesi ve bölgedeki partnerinin kim olduğunu açıkça seçmesine yönelik sözlerinin bazı yansımaları olmasını beklediğimizi geçen haftanın ajandasında belirtmiştik.Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerine karşı ABD yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar gecikmedi; tam da onlara yakışır şekilde ”ne nalına ne mıhına” ya da ” çevir gazı yanmasın” şeklindeki bu beyanlar ABD’nin durumu idare etmeye yönelik ve tavırlarında ”şimdilik” hiç bir değişikliğe gitmeyi düşünmediklerinin açık göstergesi olarak algılandı. Bu gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve hükümet yetkilileri çeşitli vesilelerle yaptıkları açıklamalarla ABD’ye net ve dozajı artırarak yüklenmeye devam ettiler. Bu iki yüzlü politikayı açıkça faş etmekten geri durmadılar, durmuyorlar.
Suriye’de taraflar arasında uzlaşma sağlamak adına düzenlenen ve hüsranla sonuçlanacağı başından beri hiç de sürpriz olmayan Cenevre görüşmeleri ardından, Hollanda ve Münih süreçleri göstermiştir ki, ABD’nin bu yalpalı siyaseti ve Rusya’nın güya İŞİD ve Nusra bahanesiyle Suriye’li mutedil grupları ve sivil halkı bombalamaya devam etmesi bırakın bir barış ve uzlaşmayı, çok kısa süreli bir ateşkesi dahi imkansız kılmaktadır. Ayrıca Rusya, bölgeye yönelik emperyal hedeflerini gerçekleştirmek hususunda karşısında en büyük engel olarak gördüğü Türkiye’yi sıkıntıya sokabilmek(dolaylı olarak da kendisine karşı çeşitli yaptırımlar uygulayan Avrupa ülkelerini) için Esed yanlısı ırkçı terör örgütü PYD ve YPG’yi alabildiğine destekleyip alanını genişletmesine bu esnada da yeni göç dalgalarının oluşmasına zemin hazırlıyor. Yoğun nüfus barındıran yerleşim bölgelerini Rus’ların ağır bombardımana tabi tutması da aynı amaca matuf ve asıl istedikleri Suriye’yi Müslüman halklardan temizlemek ve Türkiye’nin Araplarla arasına, güçlendirip düşmanlaştırdıkları Kürt ırkçısı ve Faşist bir yapıyı ikame etmek.
Cumartesi günü Türkiye topçusunun angajman kuralları çerçevesinde PYD ve YPD,ya da yeni uydurdukları adıyla Suriye Demokratik Güçleri hedeflerini ağır bir şekilde bombalaması ise Suriye konusunda yeni bir sayfanın açılması olarak değerlendiriliyor. Bugüne kadar Suriye konusunda Türkiye’nin izlediği insani ve barışçıl politikaların devamı ve ancak bir öte hamlesi anlamına geliyor bu. Türkiye’nin kendi sınırlarının güvenliği ve Suriye’de kendi aleyhine bir kurguya geçit vermemek konularında kesin ve keskin bir iradeye sahip olduğunun net mesajlarını taşıyor tüm bu gelişmeler. Dün Putin’in alelacele Obama’yla görüşmesi ne şekilde paniklemiş olduklarını ortaya koyuyor. Suudi Arabistan’ın yaptığı açıklamalar, Türkiye’ye 4 savaş uçağı göndermeleri, Katar Emiri’nin Cuma günü Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesi, Almanya Şansölyesi Merkel’in Başbakan Davutoğlu ile Almanya’da görüşmesi üzerinden henüz 10 gün geçmeden ülkemize gelip Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız’la gerçekleştirdiği görüşmeler, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın yaptığı açıklamalar vs.. Tüm bunlar,önümüzdeki günlerde Suriye sorunun çözümüne ilişkin Türkiye’nin alacağı güçlü ve gerektiğinde kuvvet kullanmaya hazır pozisyonun tüm aleyhteki kurguları boşa çıkaracağının işaretlerini veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 18 Şubat Perşembe günü Azerbaycan’ı ziyareti ve yapılacak olan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği toplantısına Sayın Aliyev ile birlikte başkanlık edecek olması bu dönemde ayrı bir önem taşıyor.
Başbakan Davutoğlu ve kabinenin diğer bakanları ise inanılmaz bir performans sergileyerek çalışmalarına devam ediyorlar. Dış siyasi gündeme ilişkin yorucu gelişmelerin gölgesinde boğulmak bir yana, özellikle doğu ve güneydoğu bölgesinde terör kaynaklı sıkıntıların giderilmesi için tam bir seferberlik içerisindeler. Özellikle haftanın Cuma günleriyle birlikte başlayan milletle buluşma etkinlikleri dur durak bilmiyor. Sayın Davutoğlu’nun hızına ayak uydurabilmek için her biri büyük bir efor sarfediyor ve her hafta mutlak surette bir çok ilde çok çeşitli etkinliklere katılıp, sivil toplum örgütleri, vatandaşlar, mülki amirler ve parti teşkilatlarıyla buluşup sorunları ve sıkıntıları yerinde tespit edip, çözümler geliştiriyorlar. Cumhuriyet tarihinin hiç bir döneminde görülmemiş bir hareketlilik bu.
TBMM’de ise yaklaşık iki haftadır sürmekte olan bütçe görüşmeleri Çarşamba günü sona erecek. Özellikle komisyon toplantılarında ve genel kurulda çeşitli tartışmalara ve gerginliklere neden olan 2016 bütçe görüşmelerinin salimen tamamlanmasını ve ülkemize yeni bütçenin hayırlar getirmesini diliyorum.
Anayasa Mutabakat Komisyonu bu hafta da İstanbul Milletvekili ve TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın riyasetinde çalışmalarına devam edecek. Öncelikle 24.Dönemde üzerinde anlaşılan maddelerin tekrar görüşülmeye gerek kalmaksızın kabulünün beklendiği bu haftaki oturumlar ardından diğer maddelerin görüşülmesine geçilecek.
Muhalefet cephesine baktığımızda ise bu hafta da açıkçası parlak ve gelecek vaat eden gelişmeler göremiyoruz. CHP’de ”resmi kim indirdi” tartışmaları sıcaklığını yitirmeden devam edeceğe benziyor. Bu arada PYD-YPG konusunda CHP’li milletvekillerinin çelişkili beyanları partinin resmi görüşünün net olarak anlaşılmasının önünde engel teşkil etmeye devam ediyor.
MHP’de ise kurultay tartışmaları konunun yargıya aksetmesinden sonra farklı bir boyutta ve hız kesmeden devam ediyor. Öne çıkan isimlerde Meral Akşener’in ”ben başkan olursam, başbakan da olurum” şeklindeki açıklamalarının parti yönetimi ve tabanında nasıl bir reaksiyona yol açacağı ise merak edilen konuların başında yer alıyor…
Anlayacağınız üzere Ankara Ajandası bu hafta da çok dolu ve yer verebildiğimiz konular özet olarak böyle.. Ajandamızda, çok daha huzur verici başlıkların yer alacağı günlerin özlemiyle saygı ve selamlarımı sunuyorum…