Anayasa ve olağanüstü hâl uygulamaları

Abone Ol

Toplumlar bazen, (devletlerini) anayasa ve yasalarını askıya almaya zorlayan savaşlara veya krizlere maruz kalırlar. Böyle durumlarda “olağanüstü hâl” diye isimlendirilen ve kendisiyle meydan okumalara karşı durulan kademeli özel yasaları tatbik ederler.

Ancak İslam âleminde insanların büyük çoğunluğu anayasal durum ile olağanüstü hâl durumunun farkını bilmez bile. Çünkü kesintisiz olağanüstü hâl durumunda yaşamaktadırlar! Olağanüstü hâl durumunda bazı kanunlar askıya alınır. İş bazen o kadar ileriye gider ki, anayasal durumdaki hiçbir kayıt ve ölçüt gözetilmeksizin insanlar kolayca tutuklanmaya, dahası öldürülmeye başlar!

Anayasası Kur’an olan Müslümanlar, Kur’an’da yer alan her hükmün anayasa/kanun olduğunu kabul etmekle birlikte, (ne hazindir ki) anayasal normal durumla olağanüstü hâl durumunu ayırt edemez duruma düştüler! Kesintisiz olağanüstü hâl şartlarında yaşamaya alışan İslam âlemi, bu durumu tüm olumsuz etkileriyle birlikte benimsemiş vaziyettedir!

Geçen sene vuku bulan (15 Temmuz) başarısız darbe cinayetinin ardından Türkiye Hükümeti de “olağanüstü hâl” ilan etmişti. Ancak çoğu okuyucunun bilmediği bir husus daha var: Suriye’de on yıllar boyunca devam eden olağanüstü hâl uygulaması devrimden birkaç ay önce muhalefeti susturmak için kaldırılmıştı(!) O gün bu gündür Suriye’de (güya) olağanüstü hâl uygulaması yok! Esasen Eset rejimi gibi rejimlerde anayasa ve kanun hiçbir zaman yoktur. Bu gibi rejimler ülkeyi güvenlik güçleri marifetiyle yönetirler. Baskıcı liderler kendi otoritesini pekiştirmek için istediği an Anayasa’da ve kanunlarda dilediği değişikliği kolayca gerçekleştirebilmektedir.

Bizler gelişmiş dünya devletlerinde ve İslamiyet’te geçerli olan olağan anayasal yönetim düzenini bilmiyoruz. Bu vaziyet, raşid halife Ali bin Ebî Tâlib’in öldürülmesinden sonra “raşid halifeler dönemi”nin tehlikeli şekilde kırılma yaşamasının bir sonucudur. Çünkü bu suikast olayı “baskısızlık/şiddetsizlik” temeli üzerine inşa edilmiş olan “rüşd (doğruluk/olgunluk) dönemi”nin sonunu getirmiştir. Bundan sonra da “baskı/şiddet” temeli üzerine inşa edilen ve topluma boyun eğdirme ve savaş aracı olan askere/orduya dayanan “Heraklius (Bizans) dönemi” geri gelmiştir.

Şimdi hapislerde yatan darbeci suçlular Türkiye’de başarılı olamamıştır. Ancak onların Mısır’daki benzerleri başarılı olmuş ve firavunlar ülkesinde yönetimi ellerine almışlardır. Âlem-i İslam’ın yönetimi resmen askerî darbeyle işgal etmiş olan bu suçlularla iyi ilişkiler içinde olması da yadırganacak bir durum değildir. Çünkü bizim düşüncemiz anayasa ve yasa konusunda tepetaklak olmuş durumdadır. Kur’an-ı Kerim’de ve raşid halifeler döneminde bulunmayan ama Müslüman halkların tarihleri boyunca edinmiş olduğumuz kavramlar bu aykırı durumu bize mazur gösterebilmektedir! Beni asıl hayrete düşüren husus, medeni, demokratik ve anayasal bir düzene sahip olduklarını iddia eden dünya devletlerinin bir taraftan bu iddialarını sürdürürken öbür taraftan da istikrarlı bir şekilde bu suçlularla iyi ilişkiler geliştirmesi, onları özel kutlama merasimleriyle karşılamalarıdır!

İşte, Türkiye hükümetinin saygın konumu ile Mısır darbesinin ve Batı’nın bu olay karşısındaki üzücü tutumunun farkı buradadır.

Allah Teâlâ, insanın -şiddetli bir açlık yaşaması durumunda- normal zamanlarda müsaade edilmeyen şeyleri tüketmesine izin vermiştir. O kadar ki, Kur’an’daki bir âyet, mecbur kalması durumunda bir insanın haram kılınmış domuz etini bile yemesine müsaade etmektedir:

“O, size sadece meyteyi (kesilmeden ölmüş hayvanı), akmış kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kılmıştır. Kim darda kalır da birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse, ona günah yoktur (bununla doğal yapısından uzaklaşmış olmaz). Çokça bağışlayan ve iyiliği bol olan Allah’tır.” (Bakara 2:173).

Aynı şekilde zorunlu durumlarda belirli bir süre hakları kısıtlayan kanunlarla ve nakıs bir anayasa ile olağanüstü hâl durumunda yaşayabiliriz. Ancak, olağanüstü hâl uygulaması bizzat anayasanın yerine geçerse, Allah’ın helâl kıldığı temiz yiyecekleri bırakıp da hayatı boyunca domuz eti ve leş yiyen bir insanın konumuna düşeriz!