Avrupa’da haziran ayına diplomasi trafiği damgasını vurdu. G7, NATO, AB zirveleri derken sırada haftaya İtalya’da başlayacak G20 Dışişleri Bakanları toplantısı var. Diplomasinin gündemi yoğun. Pasifikten Suriye’ye, Doğu Akdeniz’den Afganistan’a uzanan birçok karmaşık mesele üzerine çok yönlü görüşmeler yapılıyor.
Amerika’nın ajandasının ilk sırasında Çin var. ABD Başkanı Joe Biden ile Dışişleri Bakanı Blinken, Çin'in Kuşak-Yol projesiyle küresel çapta rekabet edebilecek ortak bir proje için mesai harcıyor. Washington bu hususta Avrupalı müttefiklerinden kayıtsız şartsız destek bekliyor.
Fakat bu desteğin kolay gelmeyeceği aşikâr. Avrupa Birliği her konuda olduğu gibi Çin meselesinde de ortak karar almada güçlük çekiyor. Öncelikle Fransa müttefik ruhu içerisinde Çin’e cephe alınmasına karşı çıkıyor. O yüzden Biden ve ekibinin Fransa’dan ziyade Almanya’yla hareket etme kararı aldığı söyleniyor.
Hatta bu çerçevede, Trump döneminde Almanya ile arasının bozulmasına neden olan Kuzey Akım-2 projesine yönelik CAATSA yaptırımlarından Biden’ın geri adım attığı görülüyor. Biden’ın bu kararı, Rusya ile Avrupa arasındaki enerji ilişkisini Amerika’nın artık masada tutmayacağına işaret etmesi bakımından önemli.
Kısa süre önce Cenevre’de icra edilen Biden-Putin görüşmesinden yapıcı sonuçların çıkması ve iki liderin geri çağrılan Rusya ile ABD büyükelçilerinin yeniden görev yerlerine döneceklerini duyurması, dibe vurmuş Rus-Amerikan ilişkilerinin tamiri için mühim bir adımdı.
Benzer şekilde Erdoğan-Biden görüşmesiyle ivme kazanan Türkiye-Amerika ilişkilerini iyileştirme süreci ve Washington’un Afganistan’da Kabil Havalimanı’nın güvenliğiyle ilgili Türkiye’nin öncü rol oynamasını talep etmesi, Amerika’nın tüm ilgisini Çin’e çevirmeye hazırlandığına işaret ediyor.
Amerika’nın NATO ve G7 zirvesinde odağına Çin’i koyması ve Pekin yönetimini, “saldırgan, baskıcı ve düzen karşıtı” ilan etmesi dikkat çekiciydi. Yine Biden’ın, ABD’nin Hint-Pasifik bölgesindeki askeri gücünü artırma kararı ve son aylarda Tayvan üzerinden iki ülkenin Güney Çin Denizi’nde askeri güç gösterisine tutuşması, Amerika’nın gerçek gündemi hakkında bilgi veren gelişmeler.
Açık söylemek gerekirse Birleşik Devletler’in şimdiye kadar Çin’e yönelik uyguladığı tüm politikaların iflas ettiğini söylemek mümkün. Amerika’nın temel stratejisi, Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan), Tibet Özerk Bölgesi, Hong Kong ve Tayvan gibi sorunlar ve burada meydana gelen insan hakları ihlalleri üzerinden Çin’i baskı ve kontrol altında tutmaktı.
Ancak Batı sermayesinin düşük ücret-yüksek kâr amacıyla Çin’e yönelmesi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerin sümen altı edilmesine yol açtı. Burada önemli bir dönüm noktası 2001 yılıdır.
Çin’in bu yılda Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliğinin kabul edilmesiyle birlikte, Çin ulusal pazarının uluslararası rekabete açılması önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmış oldu. O günlerde daha idealist bir hava vardı ve ticaretin barış ve istikrar için büyük bir güç olduğundan bahsediliyordu. Tabii şartlar şimdi çok değişti!