Amerikan adaleti, İran ve Türkiye

Abone Ol

“Amerikan adaleti diye bir şey mi var ki?” diyenleri duyar gibiyim. Evet, Amerika’nın adalet diye bir derdi yok. Bugüne kadar hiç olmadı, bundan sonra olması zor.

Sarraf Davası diye başlayıp Hakan Atilla Davası diye devam eden davada sonuç çıkmış (Ta en baştan belliydi nelerin olabileceği) 6 iddianın 5’inden suçlu bulunmuş.

Öte yandan son yaşanan olaylar sebebiyle İran için de söyleyecek çok şey var. Ama maalesef düşündüklerimizin hepsini bir anda söylemek gereksiz.

İran bilhassa 1989’dan bu yana bize göre bazı yanlışlara imza atıyordu.

3 Haziran 1989’da İmam Humeyni ölünce, 4 Haziran’da Hamaney ülkenin dini lideri olmuş ve Hüccetül İslam olan rütbesi de “Ayetullah”lığa yükseltilmişti. 2009’daki sokak olayları bazı işaretler vermişti ama rejim tarafından iyi okunamamıştı.

Bugün İran’da yaşananların temelinde birden fazla unsur var. Yani birden fazla suçlu var demek de yanlış olmaz.

Öncelikle hiçbir taassup taşımadan ifade edilmeye çalışılan samimi eleştirilere kulak tıkayan İran yönetimi bugünlerin geleceğini öngöremedi. Bizim gibi pek çok kişinin bu samimi eleştirileri havada kalınca “Ben yaptım, oldu” mantığı sürdürülebilir bir politika gibi görünse de İran halkına hem ekonomik hem de sosyal açıdan iyi şeyler yaşatmadı. Olayları salt dış güçlerin kışkırtmasından kaynaklanıyormuş gibi görmek de resmin tamamını görmemek olur.

1979 sonrası ve bilhassa Irak’ın-Saddam’ın haksız saldırıları sebebiyle dünya Müslümanlarının İran’ın yanında yer alması unutulmamalı (Yani herkes durup dururken yok yere İran’ı eleştirmek için bahane arıyor değil). Nükleer meselesinde Brezilya’yı da yanına alan Türkiye’nin çabaları da bu cümleden.

Yukarıda da zikrettiğim Hamaney’in tek otorite olduğu tarihten bu yana İran, bilerek veya bilmeyerek kendini yalnızlaştırdı.

Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de aktif olarak kendi çıkarlarını koruma adına kendine yardım eden ve destek olan Türkiye gibi ülkeleri yer yer açığa düşürmekten de geri durmadı.

İç dinamiklerin haricinde olaylara bir şekilde müdahil olanların hedeflenenin İran’da topyekûn bir devrim olduğunu düşünmüyorum. Zaten bunun gerçekleşme ihtimali de çok yüksek değil. Kendi lehlerine olacak bir iktidar/rejim değişikliğine zorlandığını düşünmek yanlış olmaz. Bunu başarabilirler mi onu da İran halkının olaylara bakış açısı ve refleksleri belirleyecek.

Ama her ne olursa olsun herkesin bel altı vurduğu bir ortamda bizlerin de İran’a vurmasını kimse beklemesin. Damdan düşen, Gezi ve 15 Temmuz gibi badireleri atlatan Türkiye, İran’ın karşı karşıya bırakılmak istendiği durumu çok iyi görüyor, görmesi de lazım.

Yine kimse kusura bakmasın ama yanlışı ile eksiği ile kendi insanımızı, kendi komşumuzu kimseye yem etmeyiz. Ne ABD’ye ne İsrail’e ne de bir başka düşmana.  İhtilaflarımız kendi aramızdadır ve yalnızca bizi ilgilendirir. Bunlar bahane edilerek İslam’a ve Müslümanlara kan kusturulmasına sessiz kalmayız. Arap baharı adı altında Libya ve Mısır’ın ve hemen ardından Suriye’nin düşürüldüğü durum ortada. Zaten çok uzun zamandan beri hedefte olan ve saldırılarla bunalan Türkiye’nin İran’dan sonra yeniden hedefte olacağını çocuk bile bilir.

Amerika ve benzerlerinden kimse yardım ve adalet beklemesin. Vesselam.