Bir zamanlar bir efsaneden bahsedilirdi. Altın şehir! Hani yüzlerce insanın onu bulmak için yollara döküldüğü ama bir türlü bulunamayan, var olup olmadığı bile belli olmayan bir şehir. Şimdilerde ben bu hikâyeyi hatırladığımda aklıma ekmeğimiz geldi. Neredeyse altın kıymetinde olan ve belki abartı olacak ama altın şehir kadar bulunması zor, gerçek ekmekten bahsediyorum.
Bizim milletimiz ekmek delisidir diye bir cümle kursam kesinlikle yalan olmaz. Ekmek kavramı genlerimize kadar işlemiştir neredeyse. Asla onsuz olmaz diye düşünürüz. Onsuz yenilen hiçbir yemeğin tadı olmaz ve o yemek bizi doyurmaz. Bir inanç sistemidir biz de ekmek. Hiçbir bilimsel kanıta dayanmaz ve dayanamaz zaten. Hastalarımdan biliyorum. Barsak intoleransı, diyabet, obezite ile bana gelen kişilere ekmeği fazla tüketmeyelim dediğimde gözlerinde beliren o gizli dehşeti ve yapılan itirazları, başka yol aramaları bir görseniz. “Ekmek yemeyeceksek niye çalışıyoruz ki diyeni bile duydum”. Bana soracak olursanız, gerçeği de, GDO’lusu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) da fazlaca tüketilmemesi gereken bir besin, ancak hiç vazgeçemiyor isek, bari gerçek ekmeğin peşine düşelim. Tabii onu bulabilirsek.
Son zamanlarda yeni bir bilgi olmasa da yeniden piyasada konuşulmaya ve dillendirilmeye çalışılan “siyez buğdayı”, “kamut buğdayı”, “genetiği değiştirilmemiş buğday” kavramları var. Umarım doğrudur. Belki de dedelerimizin, nenelerimizin yastık altında ne olur ne olmaz diye sakladıkları tohumlar artık gün yüzüne çıkmak için ortam bulmuştur. Eğer doğru ise bu tohumların hızla çoğaltılıp, yaygınlaştırılmaları ve ucuzlatılmaları lazım. Yeniden küllerinden doğmaları lazım. Bunun insanlık adına yapılması lazım. En azından üzerinde çalışılmaya değer bir konu. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir ülkemizde ve tüm dünyada hortlayan diyabetten tutunda barsak intoleransına kadar varan ve bunların tetiklediği bir çok hastalık azalır belki. Bir doktor için güzel bir hayal!
Obeziteye gelince; en büyük dostunun ekmek olduğuna inansam da aslında temelinde fazla, hızlı, ölçüsüz, dikkatsiz, bir şey olmazcı tüketim anlayışımız yatar. Zaten bu yüzden değil midir ki; GDO’lu gıdalar hayatımıza girdi. Artan tüketim ihtiyacını karşılayabilmek adına, üreticiler tarımda ve hayvancılıkta verimliliği arttıracak yollar aradı. Bizim bedenimiz aç kalıp, karnımız doydukça onların cebi doldu, ama gözleri doymadı. Hatta iş o dereceye geldi ki balık etinde insan geni bulundu iddiaları bile çıktı. Allah bizleri korusun. Gözümüzü açsın. Aklı, damağına ve midesine hakim olan insanlardan eylesin. Yoksa biz, çok daha mide belasına doktor doktor gezeriz.
Her hâlükârda hiçbir şeyin fazla tüketilmemesi gerekir. “iki kişilik yemeği olan üçüncüyü de davet etsin” diyen bir peygamberin ümmeti olanlar yemeleri gereken yemek miktarını buradan çıkarabilirler aslında. Yeter ki önce yaptığımız yanlışı fark edelim, düzeltmek fark etmekten daha kolay olacaktır.
Selam ve dua ile…