Müslümanların Avrupa’daki varlığı uzun süre gözardı edildi; Avrupa’nın bir gerçeği olduğu hakikati görmezden gelindi; yaşadıkları sorunların halli noktasında ciddi adımlar atılmadı. Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar sürekli eleştirildi, yaşadıkları topluma entegre olmadıkları söylendi, potansiyel suçlu muamelesi gördü. Kimi zaman sözlü, kimi zaman fiziki saldırılara muhatap oldular. Yaşadıkları ülkeye yaptıkları katkıların ve fedakarlıklarınkonuşulmasından ve yazılmasından daha çok, dini ve kültürel açıdan farklılıkları vurgulandı, sorun teşkil ettikleri üzerinde duruldu, yaşadıkları topluma uyum sağlamadıklarından dem vuruldu.
Son yıllarda Avrupa ülkelerinde ırkçı söylemlerinin artması ve siyasi olarak güç kazanması, sorumluluk makamındaki siyasetçilerin Müslümanların aleyhinde verdikleri demeçler, medyanın tüm Müslümanları töhmet altında bırakacak dil kullanması Müslümanlara yönelik nefret söyleminin, cami ve eğitim binalarına saldırılarının artmasına, Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve dışlama gibi hadiselerin ivme kazanmasına sebep oldu. Bütün bu olumsuzluklarMüslümanların yaşadıkları toplumlarda potansiyel tehdit olarak algılanmasını sağladı. Kendilerini İslami olarak nitelendiren, fakat İslam’la hiçbir ilişkisi olmayan, ne idüğü belirsiz karanlık gruplar tarafından Avrupa’da yapılan her bir terör olayından olumsuz manada en fazla Avrupa ülkelerindeki Müslümanlar etkilendi. Sanki bu saldırılardan Müslümanlar sorumluymuşçasına bir hava oluşturuldu. Bütün bu olumsuz yapay algılar Müslümanları tedirgin ettiği gibi, toplumsal huzuru ve birlikte yaşamı sekteye uğratan bir sonuç da doğuruyor.
Ötekileştirmeden, bir arada barış ve huzur içerisinde yaşamı güçlendirici, farklılıkları tehdit olarak görmeyen, aksine tanışmak ve yakınlaşmak için vesile olarak bilen yapıcı bir dile ihtiyaç var. Farklı dini, kültürel ve etnik kimliklerin bir arada, uyum içerisinde yaşamasına ancak böyle bir dil ile ulaşılabilir. Bilhassa siyasetçilerin ve yaptıkları haber ve yayınlarla kitlelerin algısını şekillendiren medyanın bu yapıcı dili kullanması çok önemli. Aksi halde yıkıcı ve genelleyici bir dil, tüm toplumu huzursuz etmek için yeterli olacaktır.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in geçtiğimiz günlerde, Hristiyan-Müslüman Görüşme ve Dokümantasyon Merkezi’nin (CIBEDO-Christlich-IslamischeBegegnungs-undDokumentationsstellee.V.) kuruluşunun 40. yılı münasebetiyle düzenlenen programda yaptığı konuşma tam da bahsettiğimiz yapıcı ve birleştirici dile vurgu yapıyor. Yaptığı konuşmada Müslümanların ön yargı ve nefretle karşılaştıklarını ve bunun gözardı edilmeyeceğini, herkesin dinini anayasal düzen çerçevesinde yaşayabileceğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın şu sözleri çok önemliydi: “İslam’ın Almanya’ya ait olup olmadığını sürekli tartışmak yerine, biz Hristiyanlar kendi aramızda ve Müslüan komşularımızla birlikte, Hristiyanlığın ve İslamiyet’in gençlerin sorunlarına tatmin edici cevaplar vermeyi nasıl başarabileceğini konuşmamız gerekiyor.”Toplumsal barış ve huzuru temin edici, birlikte yaşamı tesis edici dil, ötekileştirmeyen, ortak toplumsal sorunları birlikte çözmeye davet eden bu dildir.
Avrupa’da Müslümanlara dönük ön yargıların kırılması adına bu tür yapıcı dilin artarak devam etmesi gerekiyor. Sonuçsuz ve gereksiz tartışmalara girmek yerine, sorunların çözümüne katkı sağlayacak bir dil benimsemek yararlı olacaktır.