Zalim İsrail, Perşembe günü öğleden sonra Müslümanların ilk kıblegâhı Mescid-i Aksâ’yı ibadete yeniden açsa da, o toprakların gerçek sahipleri olan Filistin halkına yönelik saldırma, sindirme ve yaralama faaliyetlerine devam ediyor. Yıllardır, iki alıp bir vermeyi çok başarılı bir şekilde uyguladığı için, attığı bir geri adımı bizler ve dünya kamuoyu “olumlu” kabul edip susmak zorunda kalıyor ya da bırakılıyoruz. Üzücü ve düşündürücü olan, İslam dünyasının -özellikle körfez ülkelerinin- bu husustaki duyarsızlığıdır. Geçenlerde yayınlanan bir karikatür, bu acı gerçeği göz önüne seriyordu. Bir delikanlı heyecanla, “el-Quds fî hatar! (Kudüs tehlikede!)” diye iki kişiyi uyarıyor. Ellerindeki şişelerle “keyifleri yerinde olan” iki Araptan biri, yanındakine soruyor: “Ne diyor bu ya!?” Yanındaki ise şu cevabı veriyor: “Diyor ki, el-Quds fî Qatar! (Kudüs Katar’da!)”
“Bir resim bin kelimeye bedeldir” sözünün tam da tecelli ettiği durumdur bu… İslam dünyası Kudüs’ün derdiyle dertlenmeye fırsat bulamasın diye, arasına sokulan fitnelerle yeterince meşgul zaten. Katar’la kafası meşgul edilenin, Kudüs diye bir derdi kalmıyor. Haliyle, bölünmüş ve parçalanmış bir muhatap durumundaki İslam dünyasından hiç de çekinme ihtiyacı duymuyor zâlim İsrail!..
Farkındaysanız, metal dedektörleri kaldıracağını açıkladı diye protesto ve tepkiler de son bulmuştu neredeyse. Ama İsrail hâlâ Filistinlerin evlerini gasb ederek ve namazlardan sonra türlü bahanelerle cemaate saldırarak şiddet ve zulüm uygulamalarına devam ediyordu! Anlaşılan yine onlar haklı biz haksız; onlar galip biz mağlup durumdayız.
Görünen o ki, İslam dünyasının bu hali devam ettiği sürece, İsrail hep -korunarak ve desteklenerek- bu zulmüne devam edecektir. Bu parçalanmışlık, bu bölünmüşlük, bu plan ve programsızlık, bu strateji yoksunluğuna bir son vermeden hiç te ümitvâr olmamak gerek.
Şahsî kanaatimiz odur ki, Cumhurbaşkanımızın vurguladığı “iman” mevzuu, çıkış noktamız olmalıdır. Bu iman ile Allah’a sığınmalı; ve O’ndan dilemeli, sefere çıkma dirayetini de dayanma gücünü de başarıyı da zaferi de…
Önce yetişkinler böyle bir iman ve sağlam inanca sahip olmalı… Sonra genç nesle aktarılmalı, kazandırılmalı bu iman… Şeksiz ve şüphesiz gönülden ve tüm kalbiyle inanmalı mümin, Allah’ın şu ilahî hitabına ve müjdesine: “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (O’nun Peygamberine/gönderdiği dinine/mazlum kullarına) yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı (duruşunuzu) sabit (kararlı) kılar.” (Muhammed, 7)
Biz böylesi bir iman terbiyesinin en doğru zamanlama ve en yeterli şekliyle ailede gerçekleştirileceğine inanıyoruz. Bu sebeple gelecek haftaki yazımızda aile yuvasında, bu yuvayı kuranlar olarak, kadın ve erkeğin nasıl birbirleri için bir öğretmen, bir rehber, bir mürşid olabileceğinin yollarını açıklamaya çalışacağız. Zira, her geçen gün aile kurumunun zayıflamaya yüz tuttuğu dünyamızda, Müslüman toplumlar olarak bizim de bundan payımıza düşeni aldığımız gerçeğiyle karşı karşıyayız. Eğitim-öğretim sayesinde bu acı gerçeğin, tatlı meyveler vermesi de mümkündür. Yeter ki, konunun önemine inanalım ve öğrenmeye talip olalım.
Önümüzdeki hafta buluşmak üzere, sağlık ve esenlikler dilerim…