Allah’ı zikreden kalpler

Abone Ol

Acaba insan nedir?

Neden ibarettir?

Gözlerle gördüğümüz şu bedenlerden mi ibarettir?

Yiyip-içen, gezip-tozan nefsine ve şehvetine tabi olan mıdır?

Biliyorum ki değildir diyeceksiniz.

Evet! İnsan görünen maddesi ve görünmeyen manasıyla insandır. Şu gördüğümüz beden vücudundan başka, bir de manevi vücudu vardır. Bu manâ aleminin merkezi ise kalptir. Bedenin her uzvunun kendine mahsus bir işi vardır. El; tutmak, göz; görmek, kulak; işitmek için yaratılmıştır. Onların bu görevlerini yapamamaları ise hastalanmaları demektir. Meselâ görmeyen göz ne işe yarar? O halde onu tedavi etmelidir. Tedavi kabul etmiyorsa o gözler yükten başka nedir ki!

O halde kalbe bir nazar edelim. Acaba kalp niçin yaratılmıştır? Onun şifası ve kurtuluşu ne iledir?

İşte bunu belirten bir hadis-i şerif. Hz. Enes (r.a.) den:

“-Kalplerin şifası; Allah’ı zikretmektir.” (Deylemî, hasen isnadıyla.)

İşte maksat ortada! O gönül ki; Allah’ı almaya namzet.

O’nun sevgisiyle coşmaya, O’nu anmaya namzet…

Kâinattan geniş bir ummana ve manâya namzet.

Gaye bu olmalı. Gaye O olursa netice güzel olur.

O’nu aramalı, O’nu bulmalı, O’nsuz geçen günlere yanmalı, ağlamalı. Ebedi saadet ancak böylece mümkün olur. Büyük Şair Necip Fazıl ne güzel söylemiş:

“Anladım işi; san’at Allah’ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.”

Kalp ilim, hikmet, marifet ve Allah’ı zikretmek üzere yaratılmıştır. Allah sevgisi ve O’na ibadetten zevk alır. Huzur ve saadeti ancak O’nunla mümkündür. İşte bunun için Rabbimiz şöyle buyurur:

“-Dikkat edin, uyanık olun ki, kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (13 Rad 13)

Kalp bir hükümdardır. Beden alemi ve manevi alem ondan sorulur. O halde kalp iyi olur, hastalıktan uzak olursa, diğer azaları da iyilik ve Hak yolda kullanır. Aksi halde ise bu mümkün değildir. Onun bu manevi halini, alemlerin aşkına yaratıldığı Efendimiz(sav) şöyle haber verirler:

“-Uyanık olunuz! Cesedin içinde bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün ceset iyi olur. Bozuk olursa bütün ceset bozuk olur. İşte o kalptir.” (Müslim, müsakat 109)

Allah’ın Rasülü (sav) Efendimiz ne güzel misâl vermişler. Demek ki idari bina kalptir. Yani et parçası değil de, onun ifade ettiği, topladığı ve inandığı manalardır. Bu manalar Hak, doğruluk, sevgi, şefkat, ilim ve hikmet olursa, sahibini iyiye sevk edecektir. Aksi halde merhametten uzak, zulmeden ve acımasız bir kişi olabilir. Ona da zaten insan denemez.

O halde insan hangi değerlerle insan olabilir?

Eğer insan sadece yiyip içmek, yatıp kalkmak ve dünyalıkla uğraşmaktan başka bir gaye gütmüyorsa, hayvanlardan ne farkı kalır ki!.. Onu hayvanlardan ayıran kalp âlemidir. Her şeyin sırrını bilmesi, o sırların hikmetini düşünmesi ve yüce Yaratanını kalben sevmesi hem akıl ve hem de kalbin ürünleridir. Kalp uyanırsa aklını hayırda kullanır. Aksi halde “akıl; çamurda batan merkebe” benzer. O halde kalpte yer eden hakikat şu Emr-i İlâhî’ye uygun olmalıdır: “-Muhakkak ki Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (51 Zariyat 56)

***

Allah’ın mekân olarak seçtiği gönüller, Allah’ın zikriyle meşgul edilmelidir. O’nu anmak ne büyük zenginlik…

Biliriz ki, büyüklerin geleceği mekânlar temizlenir, her türlü pislikten arındırılır, düzen ve tertibe konulur. Yoksa büyük bir misafirin berbâd ve kokuşmuş bir mekâna girmesi mümkün değildir.

O halde, Rabbimizin mekânını da her türlü pisliklerden arındırmak gerek. Hani ne güzel söylemişler:

“-Padişah girmez saraya, hane mamur olmayınca.”

Öyle bir padişah ki; eşi ve benzeri yoktur. O’nun gücüne hükmedecek hiç bir şey de yoktur. O dilemeyince bir sineğin kanadı dahi kıpırdayamaz. Bu Padişaha gönül verilmeyecek, O’nun için hazırlıklar yapılmayacak, haneler imar edilemeyecek de, başka kim için edilecek!..

Mevlâ sevgisiyle yanan, gönlünü O’nun doldurmasını isteyen kullar, hayatları boyunca hep kalplerini temizlemekle meşgul olmuşlardır. Kinden, hasetten, buğzdan, dünya sevgisi ve hırsından arınmak için yıllarca nefis mücadelesi yapmışlardır. Zira onlar bir Sevgiliye âşıktırlar ve O’ndan gayriyi bütün dünyalığı verseler bile yine de istememişlerdir. O halde kalbe Rabbinden gayrisi; malı-mülkü, çoluk-çocuğu, şanı-şöhreti, makamı ve gösterişi girmemeliydi. Çünkü bir kalpte iki sevgi barınmazdı. Biri girerse diğeri çıkardı. Bunun için Hakk’ın âşıkları, gönül saraylarının sultanını Allah’u Zü’l-Celâl olarak seçmişlerdir. Çünkü o sarayın mimarı O idi, Padişahı da O almalıydı.

Sevgili kardeşim! Sen de Kâbe’den daha kıymetli bir binâ var. Kalp, yani gönül binâsı. Bil ki Kâbe’nin yapıcısı insan ama kalbin mimarı Yaratanındır. O halde gönül sarayına Rabbinden gayriyi koma. Gönlün O’nu zikretsin, gözün O’nun için ağlasın.

Bir hakikat da şudur ki; insanların gönlünü yıkmayasın. Gönüllerde Hak gizli olduğundan O’nu kırmış olursun.

Büyüklerimiz ne güzel söylemişler:

“- Bir gönül yıkmak, Kâbe yıkmaktan kötüdür.”

O halde şu gönül evlerine, gereken ihtimamı göstererek yıkmayalım. Onları daima imar edelim. Bir mü’min diğer mü’min kardeşinin halini hatırını sormakla, onun gönlünü almış, sevindirmiş ve imar etmiş olur. Tabii ki buna Allah katında büyük ecirler vardır. Ayrıca her gönül yani kalpte de Allah aşkı olmalıdır ki, kendi kendinin bakımını yapmış olsun.

Aşık ol ki Mevlâ’ya, kalbin mâsivâdan arınsın,

Er ki O’nunla dostluğa, gönüller şahı olasın!

Mâsivâdan arınmak; kalbi Allah’ın gayrinden temizlemektir.

Temiz bir kalbe sahip olmak, değeri biçilemeyen büyük bir zenginliktir. O halde onu Hakk’tan gayriden arındırmalıdır. Kâinatın Sultanı ne güzel söylemişler:

“-Dünya muhabbetini kalbinden çıkar ki, Cenab-ı Allah’ın sevdiği olasın. İnsanların elindeki şeylerden de tamahını kes ki, insanlar da seni sevsin!” (İbn-i Mace, zühd 1(4102)

Bir kalp ki; onda dünya sevgisi olursa sahibini nerelere götürmez ki! Hırs, tamah, kin, uzun emel gibi kötü sıfatlara sahip olduğu halde;

“-Kalbim temiz, sen kalbime bak!” deyip alabildiğine gaflet içinde yaşayan bir insan eğer, iman ve tâat gibi en büyük nurdan mahrum ise, neye malik olursa olsun koskoca bir hiçtir. Onun kalbi bataklıklarla kokuşmuş ve ışık denen nesneden tamamen uzak olarak kapkaranlık olmuştur. Ona önce iman gerek. Sonra da inandığını yaşamak gerek…

İnandığı halde inancının gereğini yaşamayan mü’min ise, Allah’tan gafil bir kalp âlemine sahip olarak kendisine apaçık yazık etmektedir. Ona da tevbe, zikir ve muhabbet lâzımdır. Böyle olmazsa o da “kalbim tertemiz” diyemez.

Kalpleri temiz olan mü’minler Rablerini anarak, O’na boyun bükerek ağlarlar. İnsanlara, hele mü’minlere değer verirler. Güzel Rasûlullah’ın tavsiyesine uyarak yaşarlar. Kalplerini Allah’ın mekânı haline getirirler. Sonra da şu güzel neticeye vasıl olurlar:

“-Mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. Kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman, bu ayetler onların imanlarını güçlendirir ve yalnız Rablerine tevekkül ederler. Onlar Namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden harcayan kimselerdir.” (8 Enfal 2-3)

Onlar Allah için ağlar, gözyaşı döker, yürekten Rabbe yanarlar. Yumuşacık kalpleriyle insanlara gülücükler dağıtırlar. Onlara yardım için canlarını atarlar. Allah’ın zikri onların gönüllerinden hiç eksilmez. Yüce Rablerinin şu güzel emrine canla ve başla uyarlar:

“-Rabbini içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Sakın gafillerden olma!” (7 A’raf 205)

Böyle mü’minlere ne mutlu… Onlara sonsuz, bitip tükenmeyen lûtuf ve ihsanlar müjdelenmiştir:

“-İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için Rableri katında dereceler, bağışlama ve tükenmez bir rızık vardır.”(8 Enfal 4.)

Mü’minlerin sayılamayacak kadar güzel hasletleri vardır. Rablerine olan sevgi ve aşklarının, O’nun için yaptıkları secdelerinin izleri simalarında nûrani eserler meydana getirir:

“-Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.” (48 Fetih 29)

O sevgililer, Allah’ın zikrinden uzak oldukları zaman, taş gibi olacaklarını da bilirler:

“-Yazıklar olsun o kalplere ki; Allah’ın zikrinden uzak kaldıkları için taş kesilmişlerdir. Onlar açıkça büyük bir dalalet içindedirler. ” (39 Zümer 22)

İşte olgun mü’minler bu hale düşmekten çok korkarlar. Bu korkudan dolayıdır ki her anlarını zikir, tefekkür ve murakabe ile geçirirler.

Zikret Hak’kı ki, Hakk da seni sevsin,

Boş koyma kalbi ki, şeytan girmesin!

Gönülleri Hak’la dolu olan insanlar bambaşka alemler yaşarlar. Geceleri Rabbiyle beraber geçer. O’nun için yanar, O’nun için ağlarlar. Ne güzeldir ONLARIN ALEMİ… Ah bu alemlere bir de bizler dalabilsek sevgili kardeşlerim… İşte onların aleminden bir bölüm daha:

“-Onlar öyle kimselerdir ki, yanları yataklarından uzak durup ibadete kıyam ederler. Rablarına kâh korkarak, kâh umarak dua ederler. Ve rızık olarak kendilerine verdiğimizden de infak ederler. İşte bunlar için ne lütuflar sakladığımızı hiç bir kimse bilemez.” (32 Secde 16, 17.)

Yine Mü’minûn süresinde mü’minlerin halleri şöyle anlatılır:

“- Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir,

Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler,

Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler,

Onlar ki, zekât (vazifelerini) yerine getirirler,

Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.” (23 Mü’minûn 1-5.)

İşte güzellikler…

Âh bir yapabilsek…