ALLAH’ı ululamak ve insana değer vermek

Abone Ol

Kur’an-ı Kerim’den ilk ezberlediğimiz ayetlerden biri, annelerimizin bize küçücükken ezberlettiği “Âyetülkürsî”dir. Müslümanlar bu ayeti insanı kötülüklerden koruduğunu düşünerek sığınma amaçlı okur. Dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanların evlerinde bu ayetin duvarlara asılmış olduğunu görürüz. Kem gözlerden ve trafik kazalarından koruması için arabalarına da asarlar.

Kur’an’daki en büyük ayetin manasını kavramak

Âyetelkürsi, Allah’ın ne büyük ne kadar mukaddes ve noksanlıklardan ne derece münezzeh olduğunu anlatan bir ayettir. Allah Rasulü (s), Âyetel Kürsi’nin Allah’ın Kitabı’ndaki en büyük ayet olduğunu beyan buyurmuştur.

“Allâhu lâ ilâhe illâ Huwe’l-Hayyu’l-Kayyûm. Lâ te’huzuhû sinetun we lâ newm. Lehû mâ fi’s-semâwâti we mâ fi’l-ard. Men zellezî yeşfe’u ‘indehû illâ bi iznih. Ya’lemu mâ beyne eydîhim we mâ halfehum we lâ yuhîtûne bi şey’in min ‘ilmihî illâ bimâ şâ’e. Wesi’a kursiyyuhu’s-semâwâti we’l-arda we lâ ye’ûduhû hıfzuhumâ we Huwe’l-’Aliyyu’l-’Azîm.”

“Allah, Kendisinden başka ilah olmayan, mutlak diri, hayatın ve varlığın kaynağı ve dayanağıdır; ne gaflet basar O’nu, ne de uyku. Göklerde ve yerde olan her bir şey O’nundur: O’nun izni olmaksızın katında şefaat edecek olan kimmiş bakayım? O, kullarının önünde-açıkta olan şeyleri de, ardında-gizli olan şeyleri de bilir; oysa onlar, O dilemedikçe O’nun ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun sonsuz kudret ve otoritesi gökleri ve yeri kaplamıştır; üstelik onları görüp gözetmek O’na güç gelmez: zira yüce ve azametli olan yalnızca O’dur.” (Bakara 2:255).

Allah’ın endisine ortak koşulmasını bağışlamadığını bilmek

Bilindiği gibi “Lâ ilâhe illâllah; Allah’tan başka ilah yoktur.” cümlesi İslam’a girmek isteyen her insandan ikrar etmesi istenen ilk şarttır. Bu cümleyi kim yürekten ikrar ederse cennete girer. Şirk günahı yani “Lâ ilâhe illâllah; Allah’tan başka ilah yoktur.” cümlesinin inkârı dışındaki bütün günahlar affedilebilir cinstendir:

“Kuşkusuz Allah Kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; fakat dileyen kimselerin bunun dışındaki günahlarını bağışlamayı diler. Zira Allah’a ortak koşan kimseler, (O’na) iftira ederek korkunç bir günah işlemiş olmaktadırlar.” (Nisa 4:48).

Dünyayı terk etmeden önce son sözü; “Lâ ilâhe illâllah; Allah’tan başka ilah yoktur.” cümlesi olanın bu sözü, o kimsenin iman üzere öldüğünün delili kabul edilir, aynen bu sözü söyleyerek İslam’a girdiğinin kabul edilmesi gibi.

“Kuşkusuz Allah Kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; fakat dileyen kimselerin bunun dışındaki günahlarını bağışlamayı diler ve her kim Allah’a ortak koşmakta (ısrar ederse), işte o apaçık bir sapkınlığa gömülüp gitmiştir.” (Nisa 4:116).

İnsanın büyüklüğünü ve değerini anlatanRüşd Âyeti”ni hatırlamak

“Âyetelkürsi”yi çok iyi bilen Müslümanların büyük kısmının maalesef hiç bilmediği, insanın büyüklüğünü ve değerini anlatan “Rüşd Âyeti”dir. Allah Teala’nın yüce katından inen bu ayet “Âyetelkürsi”nin hemen arkasından gelen şu ayettir:

“Lâ ikrâhe fi’d-dîn. Qad tebeyyene’r-ruşdu mine’l-ğayy…; Zorlama dinde yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden seçilip ayrılmıştır. Şu hâlde kim şeytani güç odaklarını reddeder de Allah’a inanırsa, kesinlikle kopmaz bir kulpa yapışmış olur: Zira Allah her şeyi sınırsız işitendir, her şeyi limitsiz bilendir.” (Bakara 2:256).

İşte bu ayet, insana, bütün bir âdemoğluna değer verilmesi gerektiğini açıklamaktadır. Nitekim Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:

“We leqad kerremnâ benî Âdem…; Gerçek şu ki; Biz Âdemoğluna kat kat ikram ederek onu üstün ve şerefli kıldık. Karada ve denizde onlara ulaşım imkânı sağladık. Temiz ve helal besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün tuttuk.” (İsra 17:70).

Müslümanlar’ın önemli bir çoğunluğu bu muhteşem ayetlerin manasını yitirmiş durumdadır. Rüşdün ve ğayyın yani doğruluğun ve eğriliğin manasını kaybeden Müslümanlar bu ayetlerin neshedildiğine bile hükmetmişler! Ben de şu kanaatteyim: “Rüşd âyeti” mensuh değil bilakis nâsihtir. Bu bağlamda insanın ne kadar değerli bir varlık olduğu hususunu aydınlatmamız gerekmektedir.

İnsana kıymet kazandıran ve makamını yücelten ayeti öğrenmek

İnsana kıymet kazandıran ve makamını yücelten ayet Ahzab sûresinde geçmektedir:

“İnnâ ‘aradne’l-emânete … we hamelehe’l-insân…; İşin gerçeği Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk; ve onlar emanete ihanetten kaçındılar; nihayet onu insan yüklendi: Ne var ki, o da zalim ve cahil biri olup çıktı. Bundan dolayıdır ki Allah ikiyüzlü erkeklere ve kadınlara, Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıran erkeklere ve kadınlara azap edecek; inanan erkeklerin ve kadınların tevbelerini de kabul edecektir: Zira Allah zaten tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.” (Ahzâb 33:72-73).

Görüldüğü üzere insan, yeryüzünde (akıl, irade, vicdan vb. yüksek donanımlarla desteklenen halifelik/yöneticilik) emanetini üstlenebilecek ve taşıyabilecek yegâne varlıktır.

Konuyla alakalı tek ayet bu değildir. Allah Teâla insanı yeryüzünün halifesi/yöneticisi yapacağını meleklere şu şekilde beyan etmişti:

“We iz qâle Rabbuke li’l-melâiketi innî câ’ilun fî’l-ardi halîfe… qâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn.”

“Hani, senin Rabbin meleklere; “Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.” dediği zaman da şöyle sormuşlardı: Fesat çıkarmakta ve kan dökmekte olan bir türü mü yeryüzüne yönetici atayacaksın; üstelik biz seni hamd ile tesbih ve takdis edip dururken?” (Allah) şöyle cevap verdi: “Şu kesindir ki; (bilmediğiniz çok şey var ve) Ben sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim.” (Bakara 2:30).

Halife” kelimesi ağır bir anlama sahiptir. Bu kavram bize insanın Allah nezdindeki yüksek makamını ve insanı bekleyen geleceğin ehemmiyetini ifade etmektedir.

(Birbirimizin halefi olmamız münasebetiyle) meseleyi karıştırmamamız gerekir. İnsanın yegâne görevinin babalarının hayat tarzına tâbi olarak atalarının geleneklerini -aklını çalıştırmadan- körü körüne taklit etmek olmadığını bilmemiz gerekir.

İnsan annesinin karnından hiçbir şey bilmez hâlde çıkmakta[1] ve toplumun kendisine öğrettiği değerler sayesinde “insan” olmaktadır. İnsanın değeri bilgisinin genişliği ve derinliği kadardır. Yüce Allah günleri/dönemleri, varlığın ve bilişsel insanın gelişimi için döndürüp durmaktadır.[2]

İnsanın üstün konumundan gafil olmamak

Ancak, aklı devre dışı bırakıp insanlardan aklını kullanmamalarını isteyen, ikna ile değil, bilakis güç ile onların kanaatlerini değiştirmek isteyenler hep olmuştur, bugün de vardır. Oysa insan yüksek konumundan gafil olmamalıdır, emaneti yere düşürmemelidir: Emanete ihanet etmeyi[3], yüksek konumunuzu terk etmeyin, geriye gitmeyin, nuru kaybetmeyin, bir kez kavuştuğunuz ışığı bırakıp sizden uzaklaşmasına yol açmayın.

Kendimize rağmen uyanacağız ve âfak ve enfüste (iç ve dış dünyamızda) ayetlere/mucizevi gerçeklere şahit olacağız. Böylece Kitab’ın ayetlerinin gerçekliğine de şahitlik etmiş olacağız:

“Vakti geldikçe insana, kâinatın uçsuz bucaksız ufuklarında ve bizzat kendi iç dünyasında mesajlarımızı göstereceğiz. Ta ki bu vahyin tartışmasız bir gerçek olduğu herkes için ortaya çıksan. Her şeye şahit olan senin Rabbin (insana) yetmedi mi?” (Fussilet 41:53).

Allah’ın yeryüzünde (görevlendirdiği) halifesi (olan insan), kendisine bahşedilmiş olan akıl ve kudret sermayesi sayesinde ilimle kâinatın yasalarını keşfederek ve ona boyun eğdirerek en faydalı ve en iyi olana ulaşacaktır. Yasaları keşfederek emrine âmâde eden, ulaşım araçları geliştiren insan duraksamadan iç ve dış âlemde araştırmaya devam edecektir.

Kâinata konmuş olan bu rabbani nizamı idrakten gafil olmak, insanın temel vasfını, Allah’ın kendisine tevdi etmiş olduğu emaneti yitirmesine yol açar. Böylece Allah’ın kendisine lütfettiği ‘yaratılmışlar üzerinde tasarruf gücü’nü kaybeder ve “mükerrem; çok değerli”[4] olan insan “esfel-i sâfilîn; aşağıların en aşağısı”na[5] düşer, daha da kötüsü Allah’ın kanunlarını keşfeden (başka hemcinslerinin) boyunduruğu altına girer!

Gelin mesajı/misyonu yüklenenlerden olalım. Yasaları keşfedip kullananlar olalım, yasaları keşfedenlere boyun eğenler değil!

Çeviri: Fethi Güngör

[1] “Ve sizi analarınızın karnından, hiçbir şey bilmez bir halde çıkarıp size, şükredesiniz diye işitme duyusu, görme duyusu, duyma, düşünme yetisi bahşeden Allah’tır.” (Nahl 16:78).

[2] “… We tilke’l-eyyâmu nudâwiluhâ beyne’n-nâs…; … Zira o (iyi ve kötü) dönemleri Biz insanlar arasında döndürür dururuz ki, Allah iman eden kimseleri seçip ayırsın ve sizden hakikate şahit olanları tespit etsin; çünkü Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran 3:140).

[3] “Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tehûnullâhe we’r-resûle we tehûnû emânâtikum we entum ta’lemûn; Siz ey iman edenler! Allah’a ve Elçi’ye ihanet etmeyin! Sonra, korumanız gereken değerlere bile bile ihanet etmiş olursunuz!” (Enfâl 8:27).

[4] Bakınız: (İsra 17:70).

[5] “… Sümme radednâhu esfele sâfilîn; Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra da onu çok sefil/âciz hâle getirdik.” (Tîn 95:5).