“-Kim, bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.”
(5 Maide 32.)
KISASTA HAYAT VARDIR
Hâlbuki Allah’ın (cc) hükümlerinde gerçekten hayat vardır, kurtuluş vardır, huzur ve sükûnet vardır. Bir milletin saadeti ve yükselmesi onları tatbik etmesine bağlıdır. İşte bunun içindir ki Cenab-ı Hakk, kısası bize şöyle emir buyurur:
“-Biz (Tevrat’ta) onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (olmak üzere kısası) farz kılmıştık. Keza yaralara karşı da kısas vardır. Bununla beraber, kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına bir kefarettir. Zira kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte asıl zalim olanlar onlardır.” (5 Maide 45.)
Gördüğünüz gibi Tevrat’ta da kısas vardı, Kur’an’da da var. Zira bu, insanların en tabii hakkıdır. Kişinin kanına yani canına ya da azalarına kasteden insana, tabii aynı yolla cevap vermek en adil olan yoldur. Zira adaletin gerçek uygulayıcısı ancak yüce Yaradanımız ALLAH’dır (c.c). Bizi yaratan O’dur. Nasıl yaşarsak huzur ve saadete ulaşabileceğimizi de, çok tabiidir ki O bilir. O halde hüküm koyma ve ona uyulmasını isteme hakkı da ancak O’nundur. Bunun içindir ki Rabbimizin kısas emrinde hayat vardır:
“-Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri. Tâ ki sakınasınız.” (2 Bakara 179.)
İşte kan akıtmanın, cana kastetmenin önemi. İşte kul hakkına verilen değer. Zira bir insana yapılan haksızlık olduğu gibi kalırsa, hakkı araştırılmaz ve hakka tecavüz edenin cezası verilmezse, o zaman anarşi olur. Çünkü bu zulümdür ve yüce Mevlâ’mızın zulme asla tahammülü yoktur. Tabii ki bu zulmü işleyenler de ayet-i kerimede haber verildiği gibi, zalimler olarak belirtilir.
Bir hadis-i şerif var ki, kul hakkını çok düşündürücü bir şekilde hatırlatır bizlere. Şöyle ki:
“-Haklar, kıyamet günü elbette sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyuna kısas yapılacaktır.” (Müslim, birr 60.)
Eşsiz dinimizin haklar konusuna verdiği değeri anlamak için, bu hadis-i şerif bile kâfidir. Sorumsuz olan ama vazifesi insana hizmet olan hayvanatın bile kıyamet gününde, şayet aralarında haklarıyla ilgili bir davaları varsa diriltileceklerini; haklar yerini bulduktan sonra toprak olacaklarını belirten bir dini düşünün. Acaba bu dinin, insanların hakları konusunda ne kadar titiz olacağını kavrayabiliyor muyuz? En ince ayrıntıya kadar… İyilik ve kötülük yönünden her şey karşılığını bulacaktır:
“-Her kim zerre miktarı hayır işlemişse onu görecek, kim de zerre miktarı kötülük işlemişse, onun (cezasını) çekecektir.” (99 Zilzâl 7,8.)
Ya inandığını söylediği halde mü’minlerin can ve mallarına kıyanlar! Nerde kaldı kardeşlik? Aynı vatanda yaşadığı halde, aynı ezanı dinlediği ve aynı safta güya namaz kıldığı halde bunu nasıl yapar? Bunu aklın anlaması herhalde mümkün değil! Bu, ne büyük bir gaflet ve hıyanet!
İslâm dünyasının hali ne kadar dehşet verici. İnandığını söyleyerek, inananın canına kast edenler! Onlar Allah’a nasıl hesap verecekler? Üsame’ye (r.a.) defalarca, “Kalbini yarıp baktın mı” diyerek acısını belirten ve yüreği kavrulan bir Peygamber (s.a.v.)’in ümmeti olarak…
Evet, bir gün hesap günü gelecek. Kullar hesaba çekilecek. O gün adalet yerini bulacak. Zulmedenler karşılığını görecek… Zira O yüce Halikımız, gerçek ve tek hâkimdir o gün:
“-Allah, hâkimlerin Hâkimi değil midir?” (95 Tîn 8.)
O gün hesap var. Allah (cc) hakkından da, kul hakkından da. Yani; O yüce Rabbimizi Rab olarak tanıyıp tanımamaktan ve O’na kulluk yapıp yapmamaktan da; kullarla olan münasebetlerde haklara riayet edip etmemekten de… Zira Adalet-i İlâhi tecelli edecek ve o mazlumların âhı alınacaktır. Dünyadayken hakkı elinden alınarak ağlatılan o insanların gözyaşları dindirilecek ve zalimler mutlaka cezalarını çekeceklerdir. İşte Tehdîd-i İlâhi:
“Sonra hesaplarını görmek de elbet bize düşer.” (88 Ğaşiye 26.)
Bütün bu hakikatleri bilen mü’min, iyi bir yaşayış, dürüst bir hal tarzı sergiler.
İNSAN HAKLARI VE MAZLUMLAR
Zaman zaman insanların hakları sayılır, sıralanır. Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, ailevi hakları, mesken, seyahat, eğlence hakları, siyasi haklar, eğitim ve öğretime ait haklar, fikir hürriyeti v.b… Yirminci asırda bunlar sayılıyor iken, acaba yüzde kaçı uygulanabiliyor ki! Ama İslâm’ın hüküm sürdüğü bir beldede bütün bunların tatbik edilir olduğunu görürüz. Öyle ki, hayatın bütün noktalarıyla:
“-Ölçüyü tam yapın ve eksik tartanlardan olmayın.
Doğru terazi ile tartın,
İnsanların hakkını eksiltmeyin, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.” (26 Şuarâ181-183.)
Ayet-i kerimenin tespitine iyi dikkat edelim. Rabbimiz, insanların hakkını eksilten ve gasp edenleri bozgunculuk çıkaranlar olarak haber veriyor. Gerçekten de öyle değil mi? Zira hakka riayet edilmeyen yerde ezilenler vardır, acı çekenler var demektir. Mazlumlar vardır. O mazlumların âhı yerde mi kalır? Tabii ki kalmaz. Onun için ne güzel demişler:
Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste… Ve yine;
Zulümle âbâd olunmaz!
Peygamberimiz (s.a.v.) de bu mevzuda şöyle buyururlar:
“-Mazlumun (bed) duasını almaktan sakın. Zira onun duası ile Allah arasında perde yoktur. “ (Buhari, mezalim 9.)
MÜFLİS KİMDİR?
Bir insan düşünün ki; bir kısım insanların kanına, canına kastetmiş,
Bir kısım kişileri madden aldatarak zulmetmiş,
Bir kısmının gıybetini yapmış, ırz ve namusuna tasallutta bulunmuş. Acaba bu kişiye ne denir ve hali nice olur? İşte bunu cevabı:
Ebû Hureyre’den (r.a.) gelen bir rivayetten öğreniyoruz.
Efendimiz (s.a.v.) bir gün ashabına şöyle sorar:
“-Müflis kimdir, biliyor musunuz? Ashab:
(Bize göre) müflis, parası ve malı olmayan kimsedir,” dediler. Allah’ın Rasûlü, şöyle buyurdular:
“-Ümmetimden müflis; kıyamet günü namaz, oruç ve zekât (sevabı ile birlikte amel defterine):
Şuna sövdü, buna zina iftirası yaptı, şunun malını yedi, bunun kanını döktü, şunu dövdü (diye yazılmış olarak) gelen kimsedir. İyiliklerin (sevabından) şuna verilir, hasenatın sevabından buna verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce sevapları tükenirse, alacaklıların günahlarından alınıp, onun üzerine yüklenir. Sonra cehenneme atılır.” (Müslim, birr 59.)
Dünyada yapılan her haksızlık, ahirette bir borç olarak çıkar karşımıza. Onun için biz, kul borcu deyince, sadece borçlanmalarımızı akla getirmeyelim.
O karşılık günü ne kadar da önemlidir:
“-Her şeyi altüst eden o büyük felaket geldiği vakit, insan yaptıklarını (görüp) anlar. Ateşe girmeyi hak etmiş olanlara cehennem açık bir şekilde gösterilir.” (79 Nâziat, 34-36.)
Ve insanların simaları da hallerini ortaya koyar:
“-O gün, birtakım yüzler sevinçli, güleç ve müjdelidir. Birtakım yüzlerin de üzerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür.” (80 Abese 38-41.)
Rabbimiz hepimizi o eşsiz müjdeye ulaşanlardan eylesin, diye dua etmeyi ihmal etmeyelim.
Mevlâ’mız bu vatan ve iman hakikatleri uğruna can veren kardeşlerimizi şehadet mertebesine ulaştırsın ve onlara rahmetiyle muamele kılsın. Böylesi acılardan muhafaza eylesin!
Allah (c.c.), İslâm’ın tek kal’ası olan memleketimizi muhafaza eylesin! Ecdadında olduğu gibi, Ümmetin hizmetkârı kılsın! Bu maksatla gayret eden kardeşlerimizi başarıya ulaştırsın!
O’na emanet olalım!