Allah Afrikalıların rızkını da ihmal etmez!

Abone Ol

Önceki gün bir kardeşimle sohbet ederken, bir arkadaşının kendisine yönelttiği bir sualden bahsetti. Arkadaşı, “Allah herkesin rızkına kefil ise, neden Afrika’daki insanlar açlıktan ölüyor?” demiş.

Bu soruyu soran arkadaşın samimiyeti de önemli elbette. Öğrenmek için soruyorsa ne âlâ... Karşı tarafı ilzam etmek için soruyorsa, cevaplamak gereksizdir. Çünkü kabil-i hitap değildir.

Samimiyetine inandığım kardeşime, şöyle bir cevap verdim: “Evet öyle mahlukat vardır ki rızkını bulmaya ve almaya muktedir değildir. Mesela, bir bebeği düşün. Dünyaya geldiği andan itibaren annesinden beslenir. Belli bir müddet, bebeğin besin kaynağı annesinin vücudundadır. Bir müddet sonra da annesinin eliyle rızıklandırılır. Benzerini hayvanda ve bitkiler de görürüz. Bir aslan ne kadar aç olursa olsun, bulduğu eti önce yavrusuna getirir. İncir ağacı da köklerinden aldığı çamurlu suyu süzerek, sütünü meyvesine yürütür. Allah’u Tealâ, Kur’an-ı Kerim’de, “Nice canlılar var ki, hayatları için gerekli olan rızkı yanlarında taşıyamaz. Onların da, sizin de rızkınızı veren Allah’tır.” (Ankebut-60)”

Risale-i Nur’da Lem’alar isimli eserde, bu konuyla ilgili mühim bir izah var: “Taahhüd-ü Rabbânî hakikattir; rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünkü o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hattâ bedenin her hücresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hücrenin bir köşesinde iddihar eder; istikbalde, hariçten rızık gelmediği zaman sarf edilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur. İşte, bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüt eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş’et eden bir marazla ölüyorlar. Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hattâ bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Madem hiç ümit edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor. Eğer pür-şer beşer sû-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, herhalde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyleyse, açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir. Belki "Terkü’l-âdât mine’l-mühlikât." sırrıyla, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş’et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyleyse, açlıktan ölmek olmaz, denilebilir.”

Sorudaki Afrika örneğine gelecek olursak; Afrika ülkelerindeki açlığın yegane sebebi, Allah’ın emri olan Kur’an-ı Kerim’e dayanmamaları ve dinlememeleridir. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.” (Âl-i İmrân -103)

Bölünmüşlüğün, parçalanmışlığın ve katliamın örneği olarak gösterilen bir Afrika ülkesinden, Ruanda’dan bahsedelim. Yeraltı kaynakları bir hayli zengin olan Ruanda, katliam denilince ilk akla gelen Afrika ülkesidir. (Hutu ve Tutsi çatışmalarında 100 günde, 800 bin insan palalarla doğranmış, yaklaşık 2 milyon Ruandalı da komşu ülkelerde mülteci konumuna düşmüştür.) Sömürgeciler, bu topraklardan çekilirken, ırkçılık hastalığını orada bırakıp gitmiş ve sömürmeye devam etmiştir.

Demek beşerin musibeti, cinayetinin neticesidir…

Selam ve dua ile
Fiemanillah