Lao Tzu der ki: Başkalarını bilen zekidir. Kendini bilen ise aydınlanmıştır.
Önceki gün vefat eden Alev Alatlı, bu sözün âdeta ete kemiğe bürünmüş hâliydi.
Alatlı’yı ilkin “Aydın Despotizmi” isimli kitabıyla tanıdık. Bu kitapta, o zamana kadarki yaşamının önemli kısmını ABD ve Japonya’da geçirmiş bir Türk aydınının kendi ülkesindeki çarpıklıklara ve bu çarpıklıkların sebebi olan sözde aydınlara tepkisini görmüştük. 1986’da yayımlanan bu kitap dört bir yanı cürufla kaplanmış fikir dünyasına düşen bir yağmur damlasını andırıyordu.
Alatlı, daha ilk kitabıyla Türkiye'nin neredeyse ölümcül bir anomali geçirdiğini, bu cinnet hâlinden nasibini alan herkesin durup düşünmesi gerektiğini söylüyordu. Elbette ki bu çağrı, duvara bağırmaktan farksızdı. Alatlı’nın o günden bugüne yazdığı tüm eserlerinde aynı endişelerin dile getirildiğini görüyoruz. Kırk yılı aşan bu istikrar, kayayı delen damla misali Türk düşüncesinde karşılık bulmuş ve geride önemli bir külliyat bırakmıştır.
Alev Alatlı için “nevi şahsına münhasır bir aydın” tanımlaması kullanılır. Bunun sebebi, benzeri az görülen bir yetişme ikliminden geçmiş olmasıyla alakalıdır. İzmir’in Menemen ilçesinde Rumeli kökenli bir ailede hayata gözlerini açan, ilkokulu Erzurum’da, ortaokulu Ankara’da, liseyi Japonya’da, üniversiteyi ODTÜ’de, lisansüstü eğitimini ABD’de tamamlayan Alatlı’nın iklimler, kültürler ve coğrafyalar arasında geçen hayatının bu ilk kısmı ona bambaşka bir bakış açısı kazandırmıştır.
Eğitimini Batı’da tamamlayan birçok ismin aksine Alatlı’nın Türk kimliğini merkeze alan bir değerler kümesi etrafında şekillenen düşünce yapısı, onu farklı kılan yönüdür. İlk kitabındaki “Aydın Despotizmi” tanımlaması bu değerler kümesinden hareketle ortaya koyduğu bir tepkidir. Tıpkı Cemil Meriç gibi Alatlı da Batı’ya gidip başkalaşan ve kendi milletini hakir gören sözde aydınlara tepki gösterir.
On yıla yakın bir süre ABD’de yaşayan Alatlı bu süre içerisinde kapitalist sistemin âdeta röntgenini çekmiştir. Bununla da yetinmeyen Alatlı’nın Avrupa düşüncesi ve Rus düşüncesi üzerinde yoğun mesai harcadığını biliyoruz. Alatlı’nın İngilizce ve Almancanın yanı sıra Rusça ve Japonca bilmesi, bu ülkelerin medeniyet kodlarını ana kaynaklarından okumasına imkân sağlamıştır. Alatlı’nın tüm bu okuma süreci sonrasında ortaya koyduğu düşüncesinin özeti “kral çıplak!” şeklinde özetlenebilir. Yani Alatlı için dünyaya empoze edilen Batılı değerler özü itibarıyla ikiyüzlü, yıkıcı bir kültürel emperyalizmdir.
Alatlı’ya göre Batı medeniyetinin iki bacağından birisinin Yunan-Roma, diğerinin Yahudi-Hıristiyan olduğu unutulmamalıdır. Bizde Tanzimat’ın ilanı ile hızlanan Batılılaşma gayretleri Yunan-Roma bacağı üzerinden yürümüş, Aristo’yu, Stoacıları çözümleme gayretimiz, Aziz Aquinas ve ahfadı olan kiliseyi göz ardı etmemizle sonuçlanmıştır. İyi bakınca anlaşılacaktır ki günümüzde İsrail hiç olmadığı kadar Yahudi, AB ve Anglosakson dünyası hiç olmadığı kadar Hristiyan’dır. Dolayısıyla sosyoloji, iktisat, hukuk hatta tarih de dâhil olmak üzere hiçbir sosyal bilim, insanlığın yeryüzündeki serüvenini hakkıyla kotarılmış, dürüst bir inançlar tarihi kadar iyi anlatamaz. Medeniyetler inanç temelinde kurulur, ekonomi inanç temelinde yapılanır, sosyoloji inanç doğrultusunda şekillenir, siyaset inançtan güç alır. Bu anlamda sadece Batı dünyasını değil kendi kültürel yapımızı da çözümlemek için inanç kodlarını dikkate almak zorundayız. Bu kodlar Batı için Yunan-Roma-Yahudi-Hristiyanlık iken bizim için İslam olarak belirir. Alatlı’ya göre bu gerçeği kabullenmeden ülkemizde sağlıklı bir düşünce iklimi yeşeremez.
Alatlı hayat ilkesini dört kavramda özetler: Akıl, Ahlak, Adalet ve Adap! Ona göre Kur’an-ı Kerim bu dört temel ilkenin yankılandığı ayetlerle doludur. Benzer şekilde Osmanlı medeniyeti de ortaya koyduğu bakış açısıyla bir alternatif olmayı sürdürmektedir. “Şu yıpranmış hâliyle bile bizim medeniyetimiz hâkim olsaydı bu gezegen kurtulurdu.” Sözü, onun bu konudaki duruşunu gösterir. Alatlı’nın yabancı dilde eğitimin zararlarına dair vurgusu bu kültürel yaklaşımın devamıdır. Yaşamının son 20 yılında eğitimin önemine dikkat çekmesi hatta bunu fiiliyata geçirme çabası özünde aynı duyarlılığın izlerini taşır. Alatlı’ya göre kendi milletine yabancılaşan sözde aydınların “Bu millet düşünemez, onların yerine biz düşünürüz.” diyerek meşrulaştırmaya çalıştığı 28 Şubat ve 15 Temmuz gibi girişimler bu milleti yok saymaktır. “Bir zihniyet düşünün ki beğenmediğini tankla tüfekle ortadan kaldırmaya soyunur. Bu yabancılaşma değildir de nedir?” sözü bu çarpıklığı özetleyen vurucu bir tespittir.
Alatlı için pek çok tanım getirilebilir: sosyolog, romancı, yazar, ekonomist, eğitimci, akademisyen, köşe yazarı… Ona, köklerinden ilham alarak dünyanın dününü, bugününü yorumlayan ve geleceğe ışık tutan bir münevver gözüyle bakabiliriz. Yazımızı Alatlı’nın yaşam felsefesini özetleyen şu duasıyla bitirelim: Allah’ım, bize düzeltebileceklerimizi düzeltecek cesaret, düzeltemeyeceklerimize katlanacak sabır, aralarındaki farkı ayırt edebilecek basiret ver.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.