Terörist başı, 40 yıldır beyninin karanlık kıvrımlarında beslediği nefret yılanını mübarek cumayı cumartesiye bağlayan gece milletin üzerine salıverdi. Zehrini sivil halkın ve millî kurumlarımızın üzerine tankla, bomba ile yağdırdı.
Bir milletin Meclis’i ortak namusudur. Irzımıza musallat oldu. Bu toprakları vatan kılan bilumum değerimizi kökünden kurutmaya kalkıştı. Beklemediğimi itiraf etmeliyim.
“Bu kadar kötülük bir beyine nasıl sığar?” dediğimiz saldırının ipucunu geçmişte bir FETÖ mensubu ile yapılan konuşmada buldum. “Türkiye adı geçince ne kadar olumsuz cümle varsa kullanıyorsunuz, nedir vatana duyduğunuz bu nefretin sebebi?” diye sorulduğunda “Türkiye bizim nezdimizde okullarımızın bulunduğu 147 ülkeden biridir” demişti.
Hadisenin adını doğru koyalım. 15 Temmuz Direnişi, ileride tarih kitaplarında yer alacak Bedir, Çanakkale ve İstiklal Harbi nev’inden bir ölüm kalım savaşıdır. Millet, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir karşı koyuşla işbirlikçi hainlere karşı vatanını savundu ve oyunu bozdu.
Şimdi en çok sorulan soru şu: AK Parti bu FETÖ denen zındıka komitesinin niyetini bilmiyor muydu, 14 yıllık iktidarı boyunca bu denli kadrolaşmasına neden göz yumdu?
Açık açık yazalım. Şöyle:
Kim nasıl tanımlarsa tanımlasın AK Parti, özelde de Erdoğan ve partinin omurgasını teşkil eden kadro, 60’lı yılların sonunda MNP’yi kurarak mer’i düzen içerisinde meşru yollardan iktidara gelip İslamcılık düşüncesini fiiliyata geçirme yolunu benimseyen rahmetli Erbakan çizgisinin devamıdır.
Hemen hemen aynı yıllarda da Gülen, yetiştireceği öğrencilerin 40 yıl sonra devletin önemli kademelerine gelerek yönetime üstten hakim olma projesini hayata geçirmek için çalışmaya başladı. Artık ayan beyan herkesin öğrendiği bu projeyi büyük bir gizlilik ve hücre yapılanması şeklinde sürdürdü. Amacına ulaşmak için her türlü gayrimeşru yöntemi kullanmaktan kaçınmadı. Erbakan Hoca bu metodu asla tasvip etmedi. Gülen de daima Hoca’nın karşı cephesinde yer aldı.
AK Parti iktidara geldiğinde Gülen aradığı ortamı bulduğunu düşünerek derhal partiye yanaşmaya başladı. Bu durum AK Parti yönetimi tarafından Gülen’le “Amaç Birliği” oluştu hüsnü zannıyla normal karşılandı. Yeni iktidara gelmiş bir parti için, iyi eğitim almış hem liyakat sahibi hem dürüst kadrolara duyulan şiddetli ihtiyaç da bu hüsnü zannın oluşmasında rol oynadı.
Öyle ya, maksat imanlı, inançlı kadroların devletin önemli kademelerinde yer alması değil miydi? Adil Düzen kimlerle kurulacaktı?
Bir mü’min, karşısındaki kişi için zahirine bakarak hüküm verir. Kalplerin içindekini yalnız Yaradan bilir. Namaza durduğunda takındığı huşû herkesi imrendiren, eli yüzü, yaşantısı düzgün bu insanlara karşı hüsnü zan ile muamele edilmeyip ne yapılacaktı? Daima bir şüphe duyulmasına ve arada mesafe bırakılmasına rağmen kadrolaşmalarında bir mahzur görülmedi. Şöyle düşünüldü: “Tamam görünen hizmetlerinin dışında bir gayeleri var ama bu emellerini gerçekleştirmeye AK Parti iktidarında teşebbüs etmezler.”
Buraya kadar bir aldanma olduğunu düşünmüyorum.
Gülen’in gizli tutmaya çalıştığı ve masum gösterdiği kadrolaşma hedefinin dışında CIA dizaynlı gizli bir ajandası olduğu 2011’de Reis tarafından kesinkes anlaşıldı. Her ortamda bu yapıyla mücadelenin önemini anlattı ama en yakınındakiler dahi durumun vahametini kavramakta güçlük çektiler.
2011’den sonra, haydi biraz daha toleranslı olalım, 17/25 Aralık’tan sonra bu oluşumun bir terör örgütü olduğunu, ülkemizi ABD’nin bir uydusu kılmak için şeytanın dahi aklına gelmeyecek kötülükleri yapabileceklerini kavrayamayanlar ise gerçek bir aldanış içerisinde oldular. Esefâ…