Ara ara reformist, tarihselci şarlatanlıkları, akla sığınan edepsizlikleri hortlatmaktan vazgeçmiyorlar.
Akıl diye bir din edinmişler. Gelişmeye, değişmeye ve olgunlaşmaya açık, özgür, demokratik ve köşeli akıl hükümlerine bağlı elastik bir din… İbadet edindikleri bu dini İslâm adı altında önümüze koyup, güya rasyonel gevezeliklerle gelenekçi, gerici addettikleri kim varsa haşlıyorlar.
Çürük akılların çapına göre (lego)laştırılan mezkûr din anlayışı, tamamen bilinçli hareket eden din tahrifçileri kanalıyla bir çığ gibi büyüyor. Ehliyeti ve liyakati olmadan meâlcilik, tefsircilik oynayanların, hadis-i şeriflere değer biçen hadsizlerin hezeyanlarında boğuluyoruz. Bir doğrunun içine bin yanlış serpiştirerek, milyonlarca kültür Müslümanının itikadını zehirliyorlar. Tarih boyu Müslüman devletler içerisinde bir politik ihanet aracı olarak kullanılan bu inanç yoğurma hamlelerine karşı çıkanları da, akıl düşmanı ilan edip sindirmeye çalışıyorlar.
Oysa şer’i ölçüde aklın hudutları gayet berrak… İslam ne külliyen akıldan uzak ne de tamamen aklın hâkimiyeti altında… Ve denge, akla ederi kadar kıymet yüklemekte…
Bu noktada, dinî bahisleri, çukurdaki fildişi kulelerinden tefsir etmeye kalkan büyük dehalara(!) öncelikle aklın tefsîrini nakletmek gerekiyor…
Zâhirî ve bâtınî ilimlerde kemâl sahibi, büyük âlim ve yüksek veli Hazret-i Seyyid Abdülhakîm Arvasî; aklın tefsîrini çok ince ve hoş bir üslupta anlatıyor. Bir kısmının günümüz kısır Türkçesine yakınlaştırılmış halini paylaşmak arzundayım.
Şöyle ki:
Akıl, anlamak kuvvetidir. Hakkı bâtıldan fark ve temyiz etmek için yaratılmıştır. Allahü Teâlâ’nın zâtına ve zâtına ait meselelerde, hakkın bâtıl ile karıştırılması olamayacağından, o bilgilerde akıl, tek başına hüccet olamaz. Kulların işlerinde ise hakkın bâtıl ile karıştırılması mümkündür, bu meselelerde aklın işe karışması doğru olur. Rububiyyet; Rabblik, mutlak vahdettir. Orada temyiz ve temyize mecâl yoktur. Mahluk olan aklın bu makamda dolaşamaz, işi yoktur, haddi değildir…
Evvelâ aklın müşekkik yahut mütevâtî olmasının ne demek olduğunu anlamak lazımdır…
Mütevâtî, bir cins içinde bulunan fertlerinin her birinde eşit miktarda mevcut sıfat demektir. İnsanlık ve hayvanlık sıfatları böyledir. İnsanlık sıfatı, en yüce bir insan ile en aşağı bir insanda müsâvîdir. Mesela bir peygamberin insanlığı ile bir kâfirin insanlığı arasında fark yoktur…
Müşekkik ise; bir cinsin fertleri arasında eşit olmayan bir manâ, bir sıfattır. İlim gibi… İlim, âlimlerin bazısında çok bazısında azdır. Yüksek fen ilimleri sahibi büyük bir âlimin ilmi ve idraki, köylü bir âlimin ilminden ve idrakinden elbette parlaktır. Hâl böyleyken ilmî meselelerin inkişafında hangi âlimin ilmine tam itimat olunur? Elbette en ilmi en çok olan âlimin ilmine güvenilir…
İşte akıl denen cevher de, ilim gibi müşekkiktir. Bu sebeple akıl sahipleri arasında eşit miktarda bulunmaz. Müsavi bulunmadığından en âlisi ile en sâfili arasında binlerce derecât vardır. Şu hâlde, ‘’aklın kabul edebileceği’’ cümlesi nasıl doğru olabilir? Hem, hangi akıl? Kimin aklı? En ziyade akıllı olan kimsenin aklı mı yoksa her akıllı denilen kimsenin aklı mı?..
Akıl kendi nev’i içinde akl-ı selîm ve akl-ı sakîm olmak üzere iki kısımdır…
Devamı haftaya…
*Faydalanılan eserler:
Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvasi’nin Külliyatı, Süleyman Kuku, Damra Yayınları
Silsile-i Aliyye’nin Son Altun Halkası Seyyid Abdülhakîm-i Arvasî ‘Kuddisesirruh’ Hazretleri, Fuâd Asım Arvas ve Şaban Er, Kutupyıldızı Yayınları