Akdeniz Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının arasında tarih boyunca hep çatışmalara, savaşlara sahne olmuş devasa bir iç deniz. Cebeli Tarık Boğazı’yla Atlas Okyanusu’na, Süveyş Kanalı’yla Kızıl Deniz’e açılıyor. Kıyılarında dünyanın en eski medeniyetleri gelişmiş: Finike, Mısır, Yunan, Anadolu, Roma, Osmanlı, İspanya, Endülüs gibi insanlık tarihine damga vurmuş devletler Akdeniz’in kıyılarında neşvünema bulmuştur.
Akdeniz’e hâkim olmak bütün devletlerin rüyasıdır. Kıyısı olmayanlarda adı ak ancak bahtı kara bu denize gelmek için can atarlar. Özellikle kuzeyde yaşayan Ruslar için sıcak denizlere inmek hedef olmuştur. Nitekim Rusya, Suriye ve Libya üzerinden Akdeniz’e inmiştir.
Bu denizin adı neden Akdeniz diye küçük bir araştırma yaptım, internette. Karşıma ilginç bilgiler çıktı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın sitesinde Türklerde renklerle, yönlerin ilişkisi üzerine açıklamalar var. Sitede Türklerin yönleri renklerle ifade ettiği belirtiliyor:
Doğu; mavi, yeşil
Batı; ak (beyaz)
Kuzey; kara (siyah)
Güney; kızıl (al)
Merkez; sarı ve altın
Bu nedenle Akdeniz’in batı denizi Karadeniz’in kuzey denizi, Kızıl Deniz’in güney denizi anlamına geldiğini öğrendim. Her nedense bütün yönlerde yaşayan kavimler, devletler bu batı denizini ele geçirmek sevdasındalar. Belki eskiden Akdeniz’e hâkim olan dünyaya hâkim olur gerçeği vardı ancak Amerika Birleşik Devletleri’yle 100 yıldır dünyanın güç merkezi okyanus ötesine geçti.
Akdeniz’in büyük bir bölümü Türklerin uzun süreli hâkimiyeti altında kaldı. Bu hâkimiyet için büyük çatışmalar yaşandı. Başlıca deniz zaferlerimiz: Koyun Adaları Muharebesi (19 Mayıs 1090), Preveze Deniz Savaşı (27 Eylül 1538), Cerbe Deniz Savaşı (14 Mayıs 1560), Çanakkale Deniz Savaşı (18 Mart 1915). Preveze ve Cerbe deniz savaşlarından sonra Akdeniz Türk gölü haline gelmiştir. Çaka Bey’le başlayan Akdeniz maceramız, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa ve Kaptan-ı Derya Piyale Paşa ile zirveye ulaşmıştır. Akdeniz’deki ticaret yollarının güvenliği sağlanmıştır. Her zaman zafer olmamış yenilginin büyüğünü İnebahtı Deniz Savaşı’nda (1571) tadmışız.
Osmanlı Devleti, Akdeniz’in doğusu ve güneyinin hemen hemen tamamını, kuzeyin ise büyük bir kısmını kontrol altına almıştır. Ancak 19. yüzyılın sonunda ve 20.yüzyılın başında fırtınalar Osmanlı’nın aleyhine dönmüş Anadolu’nun Akdeniz kıyıları hariç bütün limanları kaybetmişiz. Yaklaşık yüzyıl geriye dönüp bakma cesaretini bile göstermemişiz. Suriye’de, Libya’da ne işimiz var diyenler yüzyıllık korkuyu yaşatmak isteyenlerdir.
Bugün Akdeniz doğusundan batısına kadar fırtınalı ve çalkantılıdır. Batı denizi Suriyelilere, Afrikalılara mezar oluyor, batı denizi masumların cesetlerini kıyılarına atıyor. Zalimler için masumların, mazlumların ne önemi var onlar için yaşasın petrol, yaşasın sömürü…
7 Eylül 2016’da Suriye’de işimiz var? adlı yazıma yaptığım girişle bitireyim. Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş en önemli mütefekkir ve hareket adamlarından birisi olan Şekib Arslan hatıralarında şöyle ifade ediyor: “Trablusgarp’ın çölleri savunulamazsa, Şam’ın bahçeleri de savunulamaz.”